Saniyeler dakikaların peşine takılmış amansız bir yolculuğa çıkmışken Yasemin karşısında oturan Ahmet Komutan'ın sorularını düşünüyordu. Bu sorulara cevap veremezdi. Verse bile adam anlamazdı. En önemlisi inanmazdı.
Kızın tüm vücudu titriyor, biraz önce gördüğü şeyi hafızasından silip atmaya çalışıyordu. Hatırladıkça anneannesinden ona miras kalan yeşil gözlerinden yaşlar boşalıyor, boğazı düğümleniyordu. Rima'nın ona uzattığı bir bardak suyu bile içememişti. Bardak elinden kayıp giderken bu bardak gibi her şeyin elinden kayıp gittiğini hissetti.
Ahmet boğazını temizleyip Yasemin'in gözlerine baktı. Ancak Yasemin ona bakmıyordu, hatıralarındaki siyah noktaya bakıyordu.
"Son kez soruyorum. Bunun olacağını nereden bildin?" dedi Ahmet, kelimelerin herbirine vurgu yaparak. Sesi yine hırıltılı çıkmıştı. Yasemin daldığı boşluktan gözlerini ayırıp birden Ahmet'e döndü. Ahmet kızın kızarmış gözlerine ve gözyaşlarının suratında oluşturduğu izlere baktı. Şu an bunu yapmak zalimceydi biliyordu; ama onun mesleği buydu. Yapmak zorundaydı.
Yasemin'in dudakları bir şeyler söylemek için aralandı; ama hiçbir şey diyemedi. O yumru boğazındaki yerini tekrar ele geçirmişti çünkü. Kafasını sağa sola sallarken dudaklarını kemirdi. Güçsüz çıkan sesiyle konuşmaya başladı. Söylediği sadece bir kelimeydi.
"Bilmiyorum."
Ahmet ne demek bilmiyorum der gibi karşısındaki kıza bakıyordu. Normalde kolay sinirlenmezdi; ama bu son olaylar onu çileden çıkartıyordu. Melisa'nın bulunamaması, camın parçalara ayrılması ve Yasemin'in bir ceset bulması... Fevri bir hareketle oturduğu sandalyeden kalkıp ellerini masaya vurduğunda o an pastanede olan herkesin içinde korku filizleri yeşermişti. Ahmet bir an ne yaptığını düşününce içinden kendine küfür etti. Hoş küfür etmek yaşına yakışmıyordu ya!
"Bak. Bazı açıklayamadığım olaylar var. Tamam mı? Ablan kayboldu ve duyduğuma göre anneannen ona boş bir mezar yaptırmış. Onun öldüğünden nasıl bu kadar emindi?"
Kimse bu soruya cevap veremeyeceği için herkes bakışlarını yere sabitlemişti. Sadece Cihan dişlerini sıkarak Ahmet'e bakıyordu. Ahmet bu bakıştan kafası söyleyeceği cümlelerle dolu olduğu için habersizdi. Cümlelerini kafasında yerine oturttuğunda yeniden konuşmaya başladı.
"Nedenini bilmediğim bir şekilde o kız kaçık bir doktor tarafından kaçırılıyor." dedi yan tarafta oturan Afra'yı işaret ederek. Afra ne yapacağını bilemez bir şekilde bakışlarını kaçırdığında adam konuşmaya devam etti.
"Sonra sen nasıl yaptın bilmiyorum. Camı kırıyorsun. Şimdi de bir ceset buldun."
Gözlerini hafif kıstı adam ve masaya eğilerek Yasemin'in gözlerine bakarak "Bunu nasıl yaptın?" diye fısıldadı. Yasemin artık dayanamıyordu bu sorulara. Yardım edin der gibi gözlerini arkadaşlarının üzerinde gezdirdi. Sonra gözü teyzesinde takılı kaldı. Onun da Yasemin'den farkı yoktu. Ruh gibi öylece oturuyordu en uzaktaki masada. Neden sonra Cihan'ın mavi gözlerine beklentiyle baktı. Daha bu adamı yeterince tanımıyordu bile. Selim'e mi güvense teyzesine mi güvense bilemiyordu. Bu adam gerçekten kötü biri olabilir miydi? Ya bundan teyzemin de haberi yoksa diye düşündü bir an.
En sonunda aranan iki kelime Cihan'ın dudaklarından dökülmüştü.
"Yeter artık."
Ahmet ellerini hiç masadan ayırmadan yavaşça Cihan'a doğru döndüğünde Cihan yaslandığı tezgahtan ayrılıp birkaç adım atarak Ahmet'in yanına geldi. Ahmet son derece sakin tavırlarla ellerini masadan çekip Cihan'ın karşısına dikildi ve ellerini pantolonunun ceplerine soktu. Bakışları Cihan'ı tehdit eder gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEPELERİN KIZI
FantastikKaranlık yükseliyor. Drunemeton bir mıknatıs gibi kötüleri kendine çekiyor. Sayısız intihar ve sayısız kurban ediliş... Yıllardır bulunamayan bir katil... Ablasını öldüren kişiyi bulmak için ant içmiş bir kız... Bir ölüm perisi... Tepelerin Kızı... ...