Niall'la birlikte kumsalda oturuyorduk. Saat henüz erken sayılırdı ama etrafta bizden başka kimse yoktu. Güneş yavaşça batarken denizin içine gömülüyormuş gibi görünüyordu ve nefes kesiciydi. Başımı hafifçe çevirip Niall'a baktım. Bana bakıyordu. Yüzü ifadesizdi. Ne düşündüğünü tahmin etmeye çalıştım. Ama sanki dünya üzerindeki tüm mavilikleri toplayıp, içine azıcık yeşil ve biraz da gün ışığı katılmış gibi görünen gözlerine bakarken düşünmek zordu. Ne kadar zamandır beni izlediğini merak ettim. Ve ne kadar zamandır farkında olmadığımı.
''Nefes kesici, değil mi?'' diyerek en sonunda sessizliği bozdu.
''Evet. Öyle.'' Öyleydi.
Sırıttı. ''Peki, başka ne nefesini keserdi, biliyor musun?'' diye sordu gittikçe yaklaşırken.
Yutkundum. ''N-ne?'' Yüzünde hala o züppe sırıtış vardı. Ve yaklaşmaya da devam ediyordu. Dudaklarımızın arasında sadece birkaç milim kalmıştı ki...
''AAAAAAAAAAHHHH!'' Ellerimle kendimi hızlıca yokladım. Sağlamdım, tek parçaydım, nefes alıyordum, kalbim atıyor gibi görünüyordu. Sakinleş, Mia. Sakinleş. Her şey yolunda. Kendimi tam her şeyin yolunda olduğuna inandırmış ve bağırmayı kesmiştim ki Bon Jovi telefonumdan, 'Shot through the heart. And you're to blame.' diye son seste bağırmaya başladı ve bu sadece daha fazla bağırmama neden oldu. Ayak sesleri geliyordu. Birileri koşuyordu. Buraya doğru. Telefonu açıp kulağıma götürdüğüm sırada odanın kapısı açıldı ve elinde tüfek tutan babamla, arkasında tavayla saldırmaya hazır annem içeri daldı. Vay canına, tüfeğimiz olduğunu bilmiyordum.
''Kızımdan uzak dur, seni namussuz!'' diye bağırdı babam. İçeride üçümüzden başka kimsenin olmadığını anlaması için birkaç saniye geçmesi gerekmişti. Sonunda tüfeği indirdi.
''Burada neler oluyor?'' diye sordu şaşkınlıkla. Dudaklarımla, 'sadece bir rüya' dedikten sonra rahat bir nefes aldılar ve kafalarını sallayıp cıkcıkladıktan sonra odanın kapısını kapatarak beni dehşete kapılmama neden olan düşüncelerimle baş başa bıraktılar. Telefonun ucunda biri bana sesleniyordu. Tanıdıktı da aslında. Ama algılayamıyordum. Algılayamazdım tabii. Aptal beynim kendi kendine uydurduğu senaryolardan sonra normal hayata adapte olmakta zorlanıyordu.
''Böyle bir rüya görmemeliydim.'' diye mırıldandım. ''Kesinlikle böyle bir rüya görmemeliydim. Bu yanlış, doğru değil, hayır hayır hayır. Kesinlikle değil. Kendime gelmeliyim. TANRI AŞKINA, BENİM NEYİM VAR BÖYLE?'' Karşı taraftaki hala daha konuşmaya devam ediyordu. Her kimse, deli olduğumu düşünüyor olmalıydı. Neden hala daha telefonu yüzüme kapatmamıştı ki?
''Aptalsın sen. Ap-tal.'' diyordum kafama vururken.
''....ve beni hamile bıraktı. Beni kandırdı. Ve şimdi de onunla evlenmem gerek. Buranın yasaları mı ne öyleymiş. Evlenmeden geri dönemem. Eh, anlayacağın bir bekarlığa veda partisine ihtiyacım var. Ya da bir kaçış planına. Emin değilim.''
''Ha?'' Beynim yavaş yavaş normale dönüyordu.
''MIA CORMAN!'' diye bağırdı tanıdık ses. Evet, kim olduğumun hatırlatılmasına ihtiyacım vardı.
''TANRI AŞKINA, MIA!'' Ah, Peyton. Tabii ya.
''Hey, Peyton! Şey, um, üzgünüm.. Naber?'' dedim en masum ses tonumla. Konuşmadı. Telefonu kapattığını düşünmeme neden olacak kadar uzun süre konuşmadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Summer Love
Fanfiction16 yaşındaki Mia Corman'ın yaz tatili için yaptığı büyük plan, ailesiyle birlikte yazlığa gitmeye mahkum edildikten sonra suya düşmüştü. Hayatının en çekilmez 3 ayını geçireceği için içinden lanet ediyordu. Oysa yazlıkta geçireceği günler hayatının...