Arkadaşlar bazı yerleri düzelttim bu yeni düzenlenmiş hali maalesef ki sadece telefondan yazabiliyorum salak ben şifremi unuttuğumdan bilgisayardan hesabıma giriş yapamıyorum mail hesabımda felç olmuş durumda :( bölümler geç gelebilir ama uzun olacaklar merak etmeyin. Teşekkürler :)
"hayır" diye bağırarak yataktan fırladım ve yere düştüm.Kendime geldiğimde kulübemde olduğumu anladım.Yatak demeye bin şahit isteyen mermerden yapılmış sert zeminli yataktan düşmüştüm.Ama umursamıyordum.Umursadığım tek şey gördüğüm rüyaydı.Etkisinden kurtulamadığım,kendisini babam olarak adlandıran tanrının sesiydi unutamadığım.Neler olduğunu tam anlayamıyordum, belki de hiçbir zaman anlayamayacaktım.Bilmiş kız'a ihtiyacım vardı ama içimden bir ses ona söylersem işlerin daha da kızışacağını söylüyordu.İçimdeki sese uyarak bunları kimseye söylememeye karar verdim.Ardından üstüme montumu giyip kulübeden çıktım.Soğuk hava yüzüme çarptığında biraz daha kendime gelmiştim.Derin bir nefes alıp deniz kıyısına ,iskeleye,doğru yürümeye başladım.Tüm kamp alanı karanlıktı,bir tane bile ışık yanmıyordu ki burdan herkesin uyuduğu çıkarımını yapıyordum.Gülümseyerek karşımdaki denize baktım.Deniz geceye uygun olarak sessiz bir şekilde dalgalanıyordu.Rengi koyu bir renge dönüşmüştü gecenin ışığına uyabilmek için.Elimi suya sokup beni sakinleştirmesini istedim ama tam tersine su bana o rüyayı daha doğrusu kabusu tekrardan gösterdi.Elimi hızla sudan çektim ama görüntüler beynimde dolanıyordu."Dur ! Dur artık !" diye bağırarak ellerimi kafamın iki yanına koydum.Yere diz çöktüğümde -acıyla- deniz dalgalanmaya başladı.Bulutlar toplanmaya,gök gürlemeye... Kamp alanı da yavaş yavaş aydınlanmaya başladı.En sonunda dayanamadım ve boğazımı yırtarcasına çığlık attım. Başım çok acıyordu, sanki birisi kafama zorla anlamdıramadığım bir şeyler yapıyormuş gibiydi.
"Percy...Percy...Perseus..." diyen yumuşak bir kadın sesi sayesinde baş ağrım ve beynimi işgal eden anılar azaldı. Her şey sakinleşti.Deniz duruldu,bulutlar açıldı, gök gürlemeyi bıraktı. Ancak kamp alanı renklenmeye devam etti. Buradan gitmenin daha iyi bir fikir olacağını düşünerek çömeldiğim yerden kalktım.Koşarak Poseidon Kulübesi'ne doğru giderken aklımda fısıldayan o yumuşak sese sahip olan kişinin kim olduğunu merak ediyordum.Ben sakinleşince kaybolmuştu sesi. Kimdi?Neyin nesiydi? Benimle ne işi vardı? Ve niye bana bu kadar tanıdık geliyordu?
Kafamda dönüp duran sorularla kulübenin kapısını açıp içeriye girdim.Beni kimse görmemişti,iyi.Derin bir nefes vererek yatağa uzandım.Gözlerimi kapattıktan kısa bir süre sonra kulübenin kapısı tıklatıldı.Gözlerimi yavaşça açtım ve uyuşuk adımlarla yatağımdan kalkıp kapıya doğru yürümeye başladım.
"Percy !" diye bağıran Annabeth'in kapıyı tıklattığını anlayınca adımlarımı hızlandırdım.Yüzüme yerleştirdiğim ufak yaramaz sahte sırıtmayla kapıyı açtım. Annabeth sarı saçlarını sağ tarafında örmüş bir şekilde karşımdaydı.Gri gözleri parlıyordu. Parlıyordu, ışıldıyordu...Çok güzeldi.Ve bu güzellik benimdi. Başkasının değil.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Olimpos'un Laneti
FanfictionHer zamanki PJO hikayesini unutun..Percy iyiymiş;Nico ,Percy'ye kin besliyormuş falan filan...Unutun. Percy'nin annesi ve babasının Poseidon ve Sally olduğunu. Yalanlar üzerine kurulu olan bir hayatın , sakladığı tüm gerçeklerin ortaya çıkmasını anl...