13-❝Ölü Suratın Siyah Şeritleri❞

165 9 2
                                    


❝Ama ben sadece bir insanım ve düştüğümde kanarım.❞

Bölüm 13

Ateş kokusu, bedenime bir yansıma gibi düşen sıcaklık ve beraberinde gelen gevşeme. Ama gözlerimi açamıyorum. Başım yumuşak bir şeyin üzerinde, yana yatmışım, saçlarım dağılmış. Her şeyi hissediyorum, beni kavuran sıcağı, yerdeki yumuşak sayılamayacak olan kum tanelerini, dudaklarımın bir daha asla aralanmamaya yemin etmiş gibi kilitlenişini, kaskatı kesilen bedenimi... Ama... Neden gözlerimi açamıyordum?

"Eda," diye fısıldadı biri. Bu Kuzey. Sesinde hiçbir duygu bulamıyorum. Usulca hareketlendiğimi görüp seslenmiş olmalı.

Üzerimdeki bir ceket değil, ceketin böyle yumuşak olduğunu hatırlamıyorum. Üzerimde tarifi ikmânsız bir ağırlık var ve bundan nasıl kurtulacağımı bilemiyorum.

Çenemden tutup başımı kaldırdığında, zar zor açabildim gözlerimi. Sonra kirpiklerimin arasından boynundaki kirli sakalları gördüm. "Eda." Bu sefer nefesi suratıma döküldüğünde, "Oyunu... Kazandım mı?" diye sorabilmiştim.

Elim Kuzey'in göğsünün üstünde, her an aşağı kayıp yok olacakmış gibi gelmişti. On an ölmek istedim, neden bırakmamıştı beni? Kafasındaki uçurumdan kendimi atmak, ellerindeki silahın önüne atlamak, kalbindeki bıçaklara bedenimi saplamak istiyordum.

"Neden oraya saklandın?" Sesi boğuktu, ama mayıştırıyordu. Bilemiyorum, belki her an tekrar gözlerimi kapayıp, yüz yıllık bir uykuya dalacak gibi olduğumdandı. Sonra başım, parmaklarından kurtulup tekrar aşağı kaydı.

"Kuzey..."

"Seni bulduğumda ölmüş olabilirdin," dediğinde, belime sarılmış elini gevşetti, sanki düşecektim de üzerimdeki battaniyenin arasından bulduğum boşluktan elimi çıkartıp gömleğinin ucundan tuttum.

Damarlarımda kan yoktu, buna eminim. Sanki o ince dala benzeyen şeylerin içinden buzlu su akıyordu. Bu ateş bile, bu battaniye bile bu kadar yakıcı olmalarına rağmen beni ısıtamıyordu. Belki ölmüştüm de, canımı almayı sonraya bırakmışlardı.

"Kuzey... Neden oynadık bu oyunu? Ne kadar canımın yandığını görmüyor musun?"

Göğsünün üstünde yattığım için başım yavaş yavaş inip kalkıyordu. Kuzey, ciğerlerine derin bir nefes çektiğinde, omzumdan düşen battaniyeyi yukarıya doğru çektim, tam becerememiş olmalıyım ki, battaniyeyi alıp kendi kapattı. Sonra, "Küçükken," diye başladı cümlesine. "İlk okuldaki çocuklar saklambaç oynardı, fakat ben onlarla hiç oynamazdım."

"Neden? Neden, Kuzey? Yoksa seni dışladılar mı?"

"Hayır," dedi kısaca. "Saklambaç oyununun nasıl olduğunu hep merak ettim ama asla da oynamadım."

"Seni küçük akılsız," dedim gözlerimi kapatırken. Küçükken hep böyle seslenirlerdi. Seni küçük akılsız, elini böcek mi ısırdı? Aptalın tekisin. "Ama kaybettin, değil mi Kuzey? Bu oyun böyle oynanmasa bile kaybettin."

"Hayır, Eda. Seni bulduğumda sürenin bitmesine beş dakika vardı."

"Bu..."

"Bu ne? İmkânsız mı?"

"Beni nasıl buldun?"

Hafifçe doğruldum ve bacaklarımı sürüyüp, kumda kayarak ondan uzaklaştım. Kelebeklerimin ölü bir şekilde oracıkta yattığını hissediyordum.

"Derin dondurucunun kapağını tam kapatmamışsın. Eğer tam kapatsaydın ve beş dakika daha orada bekleseydin seni ölü bulacaktım."

"Ama... Kaybetmemek için yapmadın, değil mi?"

SİYAHIN BELASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin