5-❝Veda❞

330 34 0
                                    

Rihanna - Russian Roulette

Bölüm 5                                                  


Günler önce şefkate ve anne sevgisine muhtaç bir kızın, kendi yükünü bile taşıyamayan güçsüz omzunda uyuyan hırçın, küfürbaz ama masum bir çocuk vardı. Masum. Bu kelime ne kadar da güzel yakışıyordu bize. Sokak çocuklarına. Karanlık ve sessiz sokağın duvarındaki o tabloyu alıp şimdiki kareye yapıştırsak, ve her iki tabloyu da farklı kişilere tanımlatsak, her iki kişi de aynı kelimeleri, cümleleri sarf ederdi. Ben vardım o karede, bir de Kuzey. Gülüyordum sebepsizce. O ise çoktan bilmem kaçıncı rüyasını görüyordu. Şimdi de öyleydi. Kalbimi yerinden oynatacak derecede bir öpücük kondurup dudaklarıma, yine omzumda uyuyakalmıştı. O uyuyunca, hareketimi sıfıra yakın bir dereceye indirerek eğildim ve içki şişesini alıp dibindeki son damlaları tepeme diktim. Şişeyi şiddetli bir şekilde soğuk betona vurarak, cam kırıklarının arasından en güzel bir tanesi alıp bileğimi derine yakın bir şekilde kestim. Gürültüye elbette uyanmamıştı Kuzey. Hem sızmıştı. Uyanmazdı. Kuzey'in bileğini de aynı şekilde kestikten sonra, ikimizin bileğini de birbirine bastırdım ve kanların yere akmasına izin verdim.

"Artık hem nefesimi, hem kanımı taşıyorsun..." diye fısıldadım soğuğa doğru. Diğer elimle saçlarını okşamaya devam ettim. Sıcak nefesi, sanki soğuğa inat eder gibi boynuma değiyor ve orayı yakıyordu. Gülümsedim ve başımı onun başına yaslayarak kendimi uykuya bıraktım.

***

Öğleden sonraya geliyor olmalıydı saat. Başımı, onun başı yerine soğuk ve sert duvardan kaldırdığımda kocaman esnedim. Yerde kurumuş, küçücük bir kan gölü, boş içki şişesi ve dumanı hâlâ tüten bir sigara vardı.

"Kuzey?" diye seslendim boşluğa. Çok uzaklaşmış olmamalıydı, hem sigarası hâlâ yanıyordu. Küçük bir kız çocuğunun, markette kaybolan annesini arayışı gibi bakındım kolonların arasına. Yoktu. İnşaatın ucuna kadar gidip aşağı bakındım. Ve onu gördüm. O siyah arabayı görünce kalbim sebebini bilemediğim bir şekilde hızlandı. "Kuzey!" diye bağırdım. Beni duydu. Arkasına döndüğünde yüzüne düşen gölgeyi görebilmiştim. Aşağı kadar koşarak indim. Öyle bir koşmuştum ki neredeyse pütürlü bir yere denk gelip düşecektim. Neyse ki bir şey olmadan yanına kadar vardım.

"Yine mi onlar?" diye sordum. Gelip kolumu sıkıca kavradı. "Bana bu sefer de mi anlatmayacaksın?" diye sitem ettim.

"Buradan gidiyoruz," diye soludu.

"Ben gitmek istemiyorum ki. Burada kalalım..."

"Kalamayız. Gidiyoruz."

"Kuzey..." Onu durdurdum ve kolundan çektim. Adamlar arabadaydı ve bizi duyamayacak kadar uzaktık. "Bir kerecik annenin sözünü dinle." Elini tuttum. "Dün gece... Beni öptün."

"Bak, sarhoştum, tamam mı? Bilinçli bir hareket değildi. Artık mızmızlanmayı kes de arabaya bin."

"Yalan söyleme," dedim neredeyse ağlamaklı bir sesle. Ama ağlamayacaktım. "Kuzey, neden böyle davranıyorsun?"

"Nasıl davranıyorum?" Kolumdan çekip arabaya sürüklemeye başladı. Biraz daha canımı acıtırsa gözlerimin arkasında yıllardır akmayan okyanus kalbimi kıran bir çocuk için akacaktı. Yıllar önce annem için ağlamayı bırakmıştım. Denis sayesinde...

"Kötü," dedim sessizce. Ona direnecek gücüm bile yoktu. Arabayı açıp beni içeriye bir eşya gibi attı.

Beni duymadı. Ya da duymamış gibi yaptı. Oturması için yana kaydım. Bir süre sonra yanıma oturdu ve kapıyı sertçe çekti.

"Sevgilin mi?" Yolcu koltuğunda oturan adam Kuzey'e döndü.

"Hayır."

Motor çalıştı, araba hareket etti. Ağlamamak için yutkunup yutkunup duruyordum. En sonunda boğazımın tahriş olmasından korkup yutkunmayı kestim. Zaten boğazımdaki yumru yüzünden yutkunamıyorum da. Yolu izlemeye devam ettim. Kimse konuşmadı. Bu yüzden ağlarsam, ezik ve zırlak bir kız olarak tanınacaktım. Sesim kolayca duyulurdu ya...

Araba Denis'in dükkânının önünden geçerken, "Durun!" diye bağırdım. Tabii ki sözüm dinlenmemişti ama Kuzey'in koluna yapıştım. "Denis'e vedâ etmek istiyorum. Lütfen, Kuzey. Lütfen..."

"Birkaç dakika izin verin," dedi Kuzey ona minnet duyacağım şekilde. Bir an yüzüm güldü ve Kuzey'in arkasından arabadan indim.

"Denis!" diye bağırdım Kuzey'i arkada bırakmayı umursamayarak. Emre'yle birlikte kolileri dışarıya taşıyorlardı. Demek bugün gideceklerdi... İçimi bir burukluk kaplarken boynuna atıldım. Beni sımsıkı sardı.

"Biliyordum geleceğinizi," dedi sevinçle.

Ona ne diyeceğimi şaşırdım. Kuzey'e döndüm. Duygusuzca suratıma bakmaktan başka bir halt yapmadı. "Ben... Özür dilerim," dedim fısıltıyla.

Yüzüne gölge düştü. Omzumun arkasından siyah, lüks arabayı gördü. "Nereye gidiyorsunuz? Eda, yoksa benimle gelmemenin sebebi..."

"Hayır, hayır," diye susturdum onu. Kuzey gitse daha rahat bir şekilde konuşurdum. Emre gelip suratıma bakındı. Ona açıklama yapmasını için yalvaran bir bakış attım ama Kuzey'e bakıp susmaktan başka bir şey yapmadı. "Seninle gelmek istesem de... Gelemem, yani sanırım çok geç."

"Ne için geç? Eda, hiçbir şey anlamıyorum."

"Süre doldu," dedi Kuzey kolumu yakalarken. Kolumu ondan çektim ama kurtaramadım.

"Kuzey, ne oluyor? Kızı bırak." Denis, beni kurtaracakken, Kuzey ona atıldı ve onu kolilerin üstüne ittirdi.

"Yapma!" diye bağırdım gözlerimden yaş inerken. Sonra her şey uğuldadı ve net olan her şey bulanıklaştı. Kuzey'in beni arabaya ne zaman getirdiğini bilemedim bile. Arabanın çalışma sesinden sonra, Emre'nin Denis'i kollarına arasına sardığı ve saçlarını okşadığını gördüğüm sahne buraya ait en son anımdı...


SİYAHIN BELASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin