11-❝Kanadı Kırık Kelebekler❞/2/

243 20 18
                                    

Indila - S.O.S

Bölüm 11, kısım 2                                                                                                  

Ne giyeceğimi kesinlikle bilmiyordum. Hayatım boyunca, böyle bir olay gündemimde olmadığından dolayı kafam oldukça karışıktı. Bana kalsa, bu üzerimdekilerle bile giderdim ama bu tuhaf olurdu.

Ne giydiğimi tahmin edemezsiniz.

Kulağa çılgınca gelebilir, ama sanırım yapabileceğim en iyi kombin bu olurdu. Kuzey'in dolabından beyaz bir erkek gömlek bulmuştum. Dar, siyah pantolonumun üstüne onu giydim ve gömleği de pantolonun içine alarak Kuzey'in bana aptal aptal bakmasını sağladım.

Birlikte kahvaltıya indiğimizde, bu sefer tabağımı kendim doldurmamı söyledi ve kısa kuyruğa girdi. Bir tane porselen tabak aldım ve arkasına geçtim. "Ne bu şimdi?" Sesim kesinlikle sitemli değildi.

"Ne ne? Bazı şeyleri kendin yapmayı öğrenmelisin," dedi ve tabağına salam aldı. Yaklaşık on tane yiyeceğin önünden geçmiştik ama şu an tabağımda tek bir şey bile yoktu. Omzunun üzerinden bana baktığında ona somurttum. Sonra tabaklarımızı değiştirdi ve bana kendi tabağını verdi. Buna ses çıkartmadım.

İki dakika sonra benden aldığı tabağı da doldurmuştu ve bir masaya geçip oturduğunda ben de oturdum. Huysuzluk etmeyi kesinlikle sevmezdim ve bu yiyecekleri yemeyecektim.

Oturduğumuzdan beri somurttuğumu görünce ağzıma vermeyi denedi. Açmayınca tek kaşını kaldırıp, "Sorun ne?" dedi. Bu arada, Kuzey ağzıma çatal uzatırken ve ben de üç yaşındaki bir çocuk gibi yemezken bir kaç göz bize bakmıştı.

"Böyle şeylere ne zaman alıştın, söyler misin?" Masaya doğru eğilmiştim çünkü beni duymalarını istemiyordum.

"Eda, artık çocuk olmayı kes," dedi dişlerinin arasından. Çatalı tabağıma resmen fırlattı ve arkasına yaslandı.

"Çocukluk yapmıyorum." Bu hareketine afalladığım doğruydu. Az önce ortamın yatıştığını sanıp önüne dönen gözler, tekrar merakla bize bakmıştı ve bu sefer kızaran suratımın daha çok ilgi çektiğini söylemem gerekir. Tartışmaya girdiğim zaman asla üste çıkan tiplerden değildim ve konuşurken yanaklarım kızarırdı. "Ben, sadece... Böyle yemeklerden midem bulanıyor ve böyle ortamlar beni geriyor."

"Ne böyle?" dedi ters ters. "Ucuz yemeklerden mi hoşlanırsın? Otel sevmez misin? Bir çöplükte mi yatmayı tercih edersin?" Bunları söylediğinde tek tek  gözlerimi kırpıştırdım.

Sandalyeyi, zeminde keskin ve rahatsız bir gıcırtı çıkartarak ittirdiğimde, kolumu yakalamadı veya yanlış şeyler söylediğini söyleyip bana sarılmadı. Arkamdan da gelmedi. Belki, sinirleri iyice bozulmuş olabilir ve insanlara dönüp 'Önünüze dönün!' diye bağırıp tekrar oturmuş olabilirdi. Ya da belki, hiçbir şey olmamış gibi yemek yemeye devam etmiş de olabilirdi.

Odaya gidip, banyodaki klozetin kapağını kapattım ve üstüne oturup sessiz sessiz ağlamaya başladım. Sanki banyoda benden başka biri daha vardı ve onu rahatsız etmek istemiyor gibi ağlıyordum.

Toparlanmam gerekiyordu, sonuçta bugün gitmem gereken bir iş vardı. Lavaboya eğilip yüzümü yıkadım. Kuzey'in gömleğini çıkartıp tekrar kendi ceketimi giymekte karar almam sadece bir kaç saniyeydi. Sorun, onun kıyafetini taşıyor olmam değildi, insanların ne düşündüğünü umursamamamdı.

Bir sorun vardı: Param yoktu. Yürüyerek asla gidemezdim ve yarı yolda bayılırdım. Odayı aramaya başladım. Belki Kuzey buralara para düşürmüş olabilirdi. Bu ihtimâlin çok zayıf oluşu neredeyse gözlerimden yaş getirecekti. Gidip ondan para alamazdım. Paramız bittiği için ve bu işe kendim giriştiğim için kafamı duvara fırlatmak isteğiyle dolmuştum. Ama tam o sırada yorganın altında sırıtan bir yirmilik gördüm. Paraya uzanırken, sanki serap görmüşüm ve ona dokunduğum an para yok olacakmış gibi hissediyordum. Para avcuma girdiğinde neredeyse duvarı yumruklayacaktım.

SİYAHIN BELASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin