Orada öylece dikilirken, zihnim binlerce düşüncenin istilası altında ezildiğinden, moronluğa terfi etmek üzereydi. Bu durumdan hemen kurtulmalıydım, biliyordum hiç benim tarzım değildi ama kıpırdayamıyordum işte. Hâlbuki benim, yanlarına gidip birkaç laf sokuşturmam falan gerekiyordu. Ama şu durumda, çok saçma geliyordu. Sahiden öyleydi. Ne diyecektim ki? ‘Merhaba Niall, ne dersin bu gece Sandy’i de getirsene? Grup seks hakkında harika fikirlerim var!’ gibi bir şey mi?
Öte yandan, karşımda yiyişmeleri aklıma başka bir şey de getirmiyordu. Sahiden dün geceyi kurgulamış mıydım? Yoksa Niall sadece benden ondan sakladıklarımdan dolayı intikam almak istemiş de, tüm bunları mı kurmuştu? Aslında yapmadığı halde beni arzuluyor gibi mi davranmıştı? O zaman, berbat haldeyim, sana saygısızlık yapamam saçmalıkları nereden çıkmıştı? Tanrım, lütfen, lütfen, ölümüm dengesiz İrlandalılara bağlı delilikten falan olmasın.
Bu kadar dikkatle izliyor olmasaydım, Niall’ın neden Sandy’den ayrılıp şu an onlara attığım bakışların aynısıyla bana baktığını anlayamazdım. Hah! Bana böyle bakmaya hakkı olduğunu mu düşünüyordu?
“Grace.. Sana diyorum. Allysa’ya nasıl ulaşabilirim?”
Umursamazca ne zaman geldiğini bile bilmediğim Drew’e baktım ve yeniden önüme döndüm.
Bir saniye. Drew mü?
“Allysa nerede tanrı aşkına?” diye sordu çileden çıkmış halde.
İşte bu, Niall’ın bakışlarının sebebini açıklardı. Tamam, bunca zamandan uçan İrlandalı hakkında çıkarabildiğim tek bir şey vardı: diğer duyularının aksine, hala kıskanabiliyordu.
“Grace, Grace, Grace, Grace!”
Drew ötmeye devam ederken istemsizce keyifle gülümsedim. Niall’ın amacı ne olursa olsun, üstünde hala bir şeyler yapabiliyordum. Bunu düşünüyor olmam bile çok saçmaydı, dünü tam anlamıyla aşk yaparak geçirmiştik. Her neyse, sonuç olarak dengesize dengesizlik göstererek, idolüm olan lider Hammurabi’yi taklit edebilirdim. Şey, Hitler’den sonra, idolüm. Tabii, bunu sesli söylememeyi tercih ediyorum, zira her türlü İngiliz celladını karşımda bulabilirim.
Bileğimde hissettiğim sert dokunuşla yeniden dünyaya dönmüştüm. Zaten, bu neden Drew’ün beni Nando’s’un önüne kadar sürüklemesine izin verdiğimi açıklardı. Ne yapıyordu bu çocuk?
“Drew, bırak bileğimi seni piç.”
“Aramıza dönmene sevindim, Rapunzel. Şimdi, benimle geliyorsun.”
Beni Nando’s’un arka sokağına çekiştirirken, son defa dönüp, omzumun üstünden Niall’a bakma fırsatı bulabilmiştim. Ona baktığım an Sandy’le ilgilenmeye devam etti. Tanrım, delirecektim. Hiçbir halt anlamıyordum. Sandy’i terk ettim, demişti. Evet, aynen böyle. Ve bütün gece yaptıklarımız –hayır ilk defa cinsellikten değil, konuşmalarımızdan bahsediyorum- yine yaşanmamış sayılacaklar grubuna mı dahil edilecekti?
“Ne var? Ne istiyorsun?” dedim kollarımı göğsümde birleştirdikten sonra sırtımı duvara yaslayıp. Beni izlemeyi kesip cevap verme lütfünde bulundu. “Allysa’yı. Onun için İngiliz Sosyetesinin partilerinden birinin temasını değiştirip, adını verdim ve o hala kendine yeni bulduğu o p-”
“Çocuk Hintli. Ve Allysa dünden beri şehir dışında. Partin için çok üzgünüm, terk edilmiş Drew.” Dedim dudaklarımı büzüp. En acınası halimde bile bu çocukla dalga geçip, kahkaha atmamayı başaramıyordum.
Gözleri irileşti. “B-beni terk mi etti?”
Görüyordunuz ya, bir insan her ne kadar hapseden yeşil gözlere, gece karası saçlara ve tarihi aşk romanlarındaki İngiliz düklerine benzeyen bir vücuda sahip olsa da, bir şeylerden fedakârlık edebiliyordu. Akıl gibi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Everything About You
Fanfictionİlk defa nerede, ne zaman tam bir karşılaşma-tanışma yaşayacağımızı çoktan belirledim. İkincisini. Ve üçüncüsünü. İlk randevumuzu binlerce defa prova ettim, elbette aylar önce satın aldığım kıyafetlerle. Onun ilk sevgililer günü hediyesini çoktan al...