Birkaç saniye boyunca, hareket edemeden, onunla birlikte dinlediğimiz şey kuru bir sessizlikten fazlası olmasa da hissettiğim rahatlamayla öylece beklemeyi sürdürdüm. Tek sorun, vücudumun kalanının dilimin aksine bu duruma sessiz kalmaktan çok uzak olmasıydı. Parmaklarının altındaki elim, bir şekilde tahrik edici yana sahip hafif okşamalarıyla titriyor, kendilerini ellerinin arasına itiyorlardı. Nefes alış verişlerim düzensizleşmişti ve her ne kadar sık sık yutkunsam da, onları dizginleyemiyordum.
Yaklaşık bir dakika boyunca Grace’in vermesi gereken tepkiyi sorguladıktan sonra, omuzlarımı dikleştirdim. “Bu-rada n-ne arıyorsun?” diye sorabildim, her kekeleyişimde dişlerimi sertçe dudağıma gömerek de olsa. Biraz önceki, bir ay önce olanları unuttuk, hala tutkularımızın esiriyiz, şeysini tamamıyla bırakıp, ona döndüm. Bana şefkatle falan bakmıyordu. Aksine ona döndüğümde mavi alevin yanmaya başlaması için, gözlerinde bir kıvılcım belirmiş gibiydi.
“Önce sen cevaplamaya ne dersin?” diye sordu. Benden bakışlarını bir an olsun ayırmıyordu.
Ona, onu aradığımı, sadece onu aradığımı, söyleyemezdim. Gurursuz olan kalpti, istediğini düşünürdü. Gurursa dile aitti, kalbin rezilliklerini söyleyerek kendini düşürmezdi. Bu yüzden, Jane Austen çıkıp gurura özel bir kitap yazabiliyordu.
Bakışlarının aniden yumuşadığını fark ettim. “Bunu neden yaptın?” diye sordu kısık sesle. Neyden bahsettiğini anlayabilmem için, uzanıp alışılmadık bir şekilde bukle halini almış bir tutamın üstünde parmağını gezdirmesi gerekmişti.
Düzgün bir cümle kurabilmek için bakışlarımı ondan uzaklaştırıp, başımı eğdim. “Değişmem gerekiyordu.” Dedim bir çırpıda. Tamam, biraz daha zavallı olabilirdim, evet, uğraşsam bunu başarabilirdim.
Çeneme hafifçe dokunup, ona bakmamı sağladı. Elbette tüm bu konuşmalardan sonra yapmam gerektiği gibi, ona ürkekçe bakmadım. “Dinle,” derin bir nefes aldım. “Buraya gelmem saçmaydı. Sadece, bilirsin vücudumun aksiyona ihtiyacı oluyor ve evde oturarak ajan salt’ı izlemek pek iyi bir rahatlama yöntemi değildir.”
Arkamı döndüğüm an, sertçe bileğimi kavramıştı. “Biliyor musun, şunu yapmayı kesmelisin.”
Kaşlarımı alayla kaldırdım. Ah, elbette burada her ne dönüyorduysa, bunu ben yapıyordum. Elbette.
“Benden neden kaçıyorsun?” diye sordu. “Neden sürekli kendini gizliyorsun? Neyden utanıyorsun tanrı aşkına?”
Bakışlarımı ondan kaçırdım. “Ben utanmam.”
Alayla başını salladı. “Elbette. Özellikle hislerin konusunda, değil mi? Aşk konusunda?”
Zorlukla yutkundum. “Ben hissetmem. O-o kelimenin anlamını ise-”
“Sen sadece gizlersin, Grace,” diye kesti. “Biraz önce buraya benim için geldiğini gizlediğin gibi.”
“Ben hiç de senin-”
Yeniden inkâr etmeme katlanamayacak gibi beklemeden parmaklarının dudaklarımın üstüne kapattı. Öylece kaldım. Ne yapmakta olduğumu bile hatırlamıyordum ve bu onun aklında bir ampul yakmış olmalıydı ki, dudakları hafifçe kıvrıldı.
Dudaklarını geri çektiğinde, gürültülü birkaç düzensiz nefes aldım ve onları veremeden, dudaklarımın üstünde onunkileri hissettim. Dudaklarımı sarmış dudakları, gerçekte var olmayan bir şeyi yaratıp, bana öğretmek ister gibiydi. Onu o kadar özlemiştim ki, yapmam gerekenin yerine öpücüğüne karşılık verdim. Bunu yaptığım an, dudaklarımızı ayırıp, geri çekilmişti. “Bana, buraya benim için geldiğini söyle.” Diye fısıldadı dilini hafifçe dudağımın üstüne değdirerek. Dediğini yapmak yerine dilini dudaklarımın arasına aldım ve çıldıran tarafın o olması için insanüstü bir çaba göstererek, emmeye başladım. Bu yaptığım karşısında yenik duruma düştüğünü anlamış olmalı ki, çok geçmeden geri çekildi. Alayla sırıttım. “Ne o, Horan? Hislerinle bir sorunun mu var?”

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Everything About You
Fanfictionİlk defa nerede, ne zaman tam bir karşılaşma-tanışma yaşayacağımızı çoktan belirledim. İkincisini. Ve üçüncüsünü. İlk randevumuzu binlerce defa prova ettim, elbette aylar önce satın aldığım kıyafetlerle. Onun ilk sevgililer günü hediyesini çoktan al...