Derin bir nefes aldım. Pekala, bu durumda –şakağıma dayanmış silah namlusundan söz ediyorum- alabileceğim kadar.
Nando’s’ta çalışanlar ve müşteriler –ve herkes- nefesini tutmuş; soyguncunun gözüne çarpmamaya çalışıyordu. Niall’ın kafasını yemekten kaldırması için umutsuzca beklemeyi kesip, boğazımı temizledim. “Bu çok saçma,” dedim soyguncuya, yüksek sesle. “Yani haha, kim bir şeyler çalmak istediğinde Nando’s’a gelir ki seni moron?”
Adam silahı daha sert bastırmakla yetinirken, etrafta ayna olsa aydınlığını duvara yansıtacak bir kafa tabağın içinden doğrulmayı becerdi. Niall Horan ve platin sarısı kafası!
Şimdi kalkıp beni kurtaracak! Diye düşünürken göz teması kurmamaya çalışarak soyguncuya baktı ve önüne döndü. Tabağı ittirirken iştahının kaçmasının sorumlusu benmişim gibi yan yan bana bakıp yüzünü buruşturmuştu.
Hadi ama, diye düşündüm. Lanet olsun, neden poposunu kıpırdatmaya bile yeltenmiyor?
Polislerin siren seslerini duyduğumda hissettiğim karışıklık için neredeyse ağlayacaktım. O beni umursamıyordu. Beni görünce âşık falan da olmamıştı. Buradan çıkıp Drew’ün arabasının önüne atlasam yine bir fark olmayacaktı.
İfadesizce beni bırakması için soyguncuya tehditler savuran polislere baktım. Harika, şu arkamdaki işlevsiz herife benim can riskim yüzünden dokunamıyorlardı.
Hissettiğim hüzne eklenen tembellikle adamın kolları arasında döndüm, o şaşkınlıkla bana bakarken kar maskesinin altından çıkıntı gibi görünen burnunun üzerine rastgele bir yumruk savurdum. Adam belli belirsiz bir iniltiyle sendelerken arkamızdaki masan kaptığım çatalı eline batırdım. Silahı elinden düşürmemek için kahramanca direndiğini söylemeyi isterdim ama elbette böyle bir şey yoktu.
Onu tutuklayan kadın polis bileğime yapıştı. “Bayan, bizimle gelmelisiniz.”
“Neden?” elinden kurtulmaya çalıştım.
“İfadeniz alınacak,” bunu sormama şaşırmış görünüyordu. Tabii, ben Chuck Bartowski, her günü beynimde bir intersect ile CIA davalarını çözerek geçiriyorum.
“Gloria,” arkamda duyduğum sesle –lanet ses!- irkildim.
Kara fatmayı andıran kadın polis karşımda ilginç mimiklere bürünüp, kızarmış yanaklarına değen kirpiklerini utangaç şekilde kırpıştırıyordu. “Bay Horan.”
“Bay mı?” diyerek Niall’a baktım. Patavatsızca gülmeye başladım. “Lord de bari. Ya da kont. Bak şimdi marki de diyebilirsin ama sen dük olmasını tercih ederdin, değil mi?”
Bana deliymişim gibi baktılar. Haklı sayılırlardı.
Kadın boğazını temizledi. “Bir sorun mu var, Niall?”
“Ah, dükü beğenmemiş olmalısın,” diye mırıldandım.
Bana tekrar bakmadılar.
“Bak ne diyeceğim,” dedi Niall. Bakışlarını göğüslerime dikti ki ancak birkaç saniye sonra yaka kartımı okumaya çalıştığını anladım. Justin Bieber’a daha yakın hissetmek için gözlerini bozmamış olmasını umuyordum.
Beni belimden tutup hafifçe kendi tarafına çekti. “Grace yakın arkadaşımdır,” dedi Gloria’ya. “İfade işini-”
“Oldu bil.” Diye atladı kara Fatma gözünü kırpmadan. Bir yumruk da ona atmamak için parmak eklemlerimi beyazlayana kadar sıktım.
Niall yarım ağız gülümsedi. “Pekâlâ.”
Ah, onu öpmek istiyordum.
Üçüncü randevu, Grace. Üçüncü.
![](https://img.wattpad.com/cover/7167218-288-k832125.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Everything About You
Fanficİlk defa nerede, ne zaman tam bir karşılaşma-tanışma yaşayacağımızı çoktan belirledim. İkincisini. Ve üçüncüsünü. İlk randevumuzu binlerce defa prova ettim, elbette aylar önce satın aldığım kıyafetlerle. Onun ilk sevgililer günü hediyesini çoktan al...