Barış Muhafızları'nın oluşturduğu görünmez bir duvarın içinde, ailelerimizi ve arkadaşlarımızı son kez göreceğimiz yere ilerliyorduk. Yanımda Wade, arkamda da Maysilee ile Delphi vardı. En arkadan da Nitya ve belediye başkanımız geliyordu.
İlk kez içine girdiğim Adalet Binası'na hayran kalmadan edemedim. Capitol için bir çöp olduğuna emindim ama yine de kendimi bir şeylere kaptırmam gerekiyordu. Yoksa aklıma tek gelen annem, kardeşim ve Prine oluyordu.
Upuzun sessizliğimiz Barış Muhafızları tarafından bozuldu. Her bir Barış Muhafızı, kollarımızdan tuttukları gibi bizi ayrı odaların içine soktular. Hey ahbap! Çok kabasınız dememek için kendimi zor tutuyordum. Ağzımı açıp bir şey soracağım sırada da kapıyı suratıma kapattılar. Bu güzel ve tozlu odada yalnız kalmıştım. Şüphesiz gördüğüm en güzel odaydı. Ayrıca yılda bir kez, bu gün için kullanıldığına emindim.
Odadaki sessizliğim oldukça kısa bir sürede yeniden bozuldu. Bir çift Barış Muhafızı kapıyı açtılar ve "Sadece 3 dakika." dediler. İçeri annem ve Leonis girdi.
Kısa bir saniye boyunca birbirimize baktık ve birbirimize koşup sarılarak ağlamaya başladık. "Seni çok seviyorum abiciğim. " Leonis ve uçarcasına boynuma sarıldı. Sırtını okşadığım sırada, "Kekini yemeyi unutma Leonis." diye fısıldadım kulağında. Annemin ilk kez bu kadar kendinde olduğundan emindim. Cebinden bir şey çıkarıp verdiğinde sahip olduğu tek kolye olduğunu gördüm. Babamla evlendiği sırada babamın bayağı bir şeyi takas etmesi ile aldığı kolyeydi.
"Bununla ne yapmam gerektiğini biliyorsun Haymitch." dediğinde zorlukla gülümseyip kolyeyi cebime koydum. Kardeşim elimden tuttuğunda bu sefer de ona baktım. "Geri döneceksin değil mi? Babam gibi gitme lütfen. Seni çok seviyorum." Küçücük vücuduna sıkıca sarıldığımda annem de ikimize birden sarıldı. "Leonis, daha beraber yiyeceğimiz bir kekimiz var. Abin geri gelecek. Korkman gereken bir şey yok."
Barış Muhafızı kapıyı açtığında zorla onlardan ayrıldım ve onlar odadan çıkarken son duyduğum şey, "Onu öldürecekler değil mi?" diyen kardeşimin sesi oldu.
Zorlukla koltuğa çöktüm. Bundan sonra hayatları nasıl olacaktı? Düzgün yemek yiyebilecek miydiler? Nasıl para kazanacaklardı? Kardeşim mozaik taşına isim yazdırmak zorunda kalacak mıydı?
Kapı bir kez daha açıldığında, Horne içeri girdi.
Beklemediğim bir kişiydi, yine de gelmesi beni mutlu etmişti. Yanıma gelip sarıldıktan sonra, "İyi şanslar HiMatch. Umutsuz bir vaka değilsin. Şansın var dostum. Hemen pes etme sakın. " Sırıttım. "Onlar ölüm makineleri Horne, onlara karşı hiçbir şansım yok." Omzumu sıvazladı ve üzgün gözlerle "O zaman onlardan uzak dur ve doğaya karşı savaş. Bu arada, yokluğunda sizinkilerle ilgileneceğimden emin olabilirsin. Geri geldiğinde Galipler Köyü'nde pek bir yardıma ihtiyaçları olmayacak gerçi ama." Göz devirdim. Bir yanım haklı olmasını isterken diğer yanım bunlar boş istekler diyordu.
Kalan süreyi boş boş geçirdikten sonra dışarı çıktı ve içeri Prine geldi.
Onu görünce daha da kötü hissetmeye başladım. Arkamda bıraktığım insanların fazla olması çok bencilce bir şey değil miydi? Ben ölünce benim için üzülecek ve hayatlarının benimle ilgili bölümleri göz yaşı nedeni olacaktı. Prine ile sevgili olarak ne kadar bencillik yapmış olduğumu fark ettiğimde de keşke hiç tanışmasaydık diye düşünürken buldum kendimi. Ağladığı o kadar belliydi ki...
"Prine nasıl anlaşmıştık? Ağlamak yoktu."
"Bana söyleyene bak. Sanki gözlerinin etrafına kırmızı kalem çekmişsin." dedi zorlukla gülerek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
50. Açlık Oyunları ¤düzenleniyor¤
Fanfic"Anne bak. Haymitch Amca'nın odasında ne buldum." Diyor küçük kız. Kendinden daha ufak olan kardeşiyle birlikte annesine doğru koşuyorlar. Annesine onlara merakla bakIyor. "Ne buldunuz Will?" Diyor annesine kızına eğilip. Kısının uzattığı ince def...