5 Ağustos
4 Ağustos gecesi, 5 Ağustos sabahı idi. Olaya cinayet hikayesi gibi başlamış olabilirim, farkındayım. Bunun nedeni annemin beni milyonlarca parçaya ayırıp çiğ çiğ yemesi olabilir.
Uykumuzu telefonumun zil sesi bölmüştü.
“Alo?” dedim uykulu bir sesle.
“Kızım iyi misiniz? Otelinize ulaştınız mı?”
“Ulaştık anne, ulaştık.”
“Yalancı!” dedi birden atara gelerek.
“Anne ne yalanı ya? Uykun gelmiş senin.”
“Oteli aradım, giriş yapmamışsınız.”
Sıçtığımızın resmi. “Anne madem biliyorsun, yalanımı itiraf ettirmeye mi çalışıyorsun? Ne biçim annesin sen?”
“Konuyu değiştirme! Nerede sürtüyorsunuz siz bakayım?”
“Anne senin dediğin otel kötü kızların oteliymiş, anladın mı, daha net anlatayım mı?”
“Ne?!”
“Bir arkadaşımız söyledi. Ankara’dan tanışıyoruz. O da konsere gelmiş, kendi kaldığı otele götürdü bizi.”
“İnanamıyorum. Daha düzgün araştırmalıydım oteli. Senin işlerine akıl ermiyor ki! Acele ettirdin bak ne oldu? Teşekkür edin kızcağıza. İsmi ne arkadaşınızın?”
Kızcağız? Ben ne zaman sana kız olduğunu söyledim anne? “Anne yalnız kız değil ve ismi Atahan.”
Annemin mırıldanmalarında erkeklere karşı bir güvensizlik sezsem de bir şey demedi. “Pekala, teşekkür edin Atahan’a. Kendinize dikkat edin. Ve uyuyun.”
“Sen bölmeseydin uyuyorduk anne.” Arka kısımdan Ezgi ve Başak’ın beni destekleyen sinirli homurtuları duydum.
“Tamam, amma naz yaptın. Hadi iyi geceler.” deyip yüzüme kapattı. Üçümüz de hiç konuşmadan bölünmüş uykumuza tekrar dönmeye çalışıyorduk. Ne yazık ki artık uykum kaçmıştı bile.
“Pişt, uyudunuz mu?” dedim fısıldayarak.
“Evet!” dediler aynı anda beni susturmaya çalışarak.
“Uykunuz kaçtı değil mi?”
“Sen susarsan yakalayacağız!”
“İyi be, sustuk!” deyip ben de kendimi uykuya vermeye çalıştım ama bir türlü uyuyamıyordum. Tek tek telefondaki mesajlarıma, fotoğraflarıma baktım sıkıntıdan.
O sırada odadaki telefon çaldı. Abi telefon değil de kilise çanı mübarek. Tüm otel uyanacak neredeyse. Bu sefer Başak ve Ezgi delirdi. Kafalarını yastığa gömdüler.
Sonra Başak bağırdı. “Sustur şunu!”
Telefonu açtım ve fısıldadım. “Alo?”
“Pınar? Uyudunuz mu?”
“Uyumuş gibi miyim şu an?” diye fısıldadım.
“İnsanlar fısıldayınca ya tahrik edici ya masum oluyor ama sende uyuz oluyor Pınar. Sen fısıldama Pınar. Bırak işini bilenler yapsın.” dedi fısıldayarak. Ve tabii ki sesi masum falan değildi ama tahrik edici olduğunu kabul etmeyecektim!
Sinirlenip “Ne var?” diye cırladım. Bu sefer kafama Ezgi’den yastık gelmişti ama Başak artık pes etmişti, uyuyamayınca dolaptan içecek almaya kalktı.
“Sakin ol, odadan çıkıyorum ben. İhtiyacınız olursa odada olmayacağım diye söyleyeyim dedim.”
Atahan? Düşüncelilik? Hiç yakışmıyor. O sıra da Ezgi de ayağa kalkmış televizyonu açıyordu. Gerçekten böyle bir otelde işsiz işsiz televizyon mu izleyecektik? Hiç sanmıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Okul Bizi Öldürmeden
Ficção AdolescenteÜç kızın okul başlamadan kalan bir ayında yaptığı çılgınlıklar. Üç kızın asla bozulmayacak arkadaşlıkları. Üç kızın hikayesi. Küçük bir uyarı: Küfür içeriyor, bana göre aşırı değil, size göre aşırı olabilir. Ona göre okuyun derim. Hadi size iyi okum...