3 Ağustos
Dün akşam yorgunlukla eve geldiğimizde annelerimizden güzelce azar yedik. Onlardan izinsiz nasıl başka yerlere gidermişmişiz, hele hele trenle nasıl gidermişmişiz, bari gidiyorsak gecenin bir vaktinde döneceğimize adam gibi zamanında dönseymişmişiz falan filan. Gece dedikleri de 8 yani, gerisini siz düşünün.
“Pınar kalk!”
“…” Mırıldanma. Kusura bakmayın ama ‘Anne beş dakika daha!’ diyerek uykumu kaçıramam.
“Pınar!”
“…”
“Pınar, ya şimdi kalkarsın ya da Ezgi ve Başak ile ayarladığınız kafedeki kahvaltını kaçırırsın. Senin kararın. Saat 10 oldu!” Bu da demek oluyor ki saat 9. Çünkü annemin saati tüm annelere satılan saatler gibi, bir saat ileri. Maalesef. Yine de kalkmam gerekiyor, çünkü 10.00’da kafenin önünde olmam gerekiyor.
“Anne ne konuştun ya.” dedim uykulu bir şekilde. Bunun karşılığında iç içe geçmiş çorap yığını kafama geldi. Merak etmeyin, temiz. Annem normal annelerin aksine terlik değil, çorap yığını atıyor. Biraz orijinal bir aileyizdir de.
Homurdanarak aşağı inerken iyice uykumu dağıtmıştı. Kalkıp tuvalette biraz zaman geçirdikten sonra saate baktım. Saat daha 8.10’du. Annemin normal bir anne gibi bir saat geç söyleyeceğini düşünmek gibi bir hata yapmıştım!
“Anne!” diye çığlık atınca annemin küçük kahkahasını duydum. Allah’ım! Bu kadın akıllanmayacak mı?
*
“Nihayet gelebildiniz! Yarım saattir burada bekliyorum!” dedim sitemle.
“Yalnız 10’da buluşacaktık ve saat daha yeni 10 oldu.”
“Bir kere de erken gelin ya.” deyince sürekli geciken ben olduğum için tuhaf bakışları üstümde topladım. Onlara cevap verecekken azarlamaların sesiyle kafamı ilerideki bir arabaya çevirdim. Ezgi’yle Başak da o tarafa bakıyordu. Züppe çocuğun biri şoförünü azarlıyordu. Geri zekalı! Adam ondan büyük görünüyordu bir de!
Çocuğun ne kadar yakışıklı olduğuna üçümüz de salya akıtırken Başak bizi dirsekledi. “Kendinize gelin!”
Gözlerimi kırpıştırdım. Çocuk çoktan içeri gitmişti. “Adamın yanına gidelim mi?”
“Ben de onu diyecektim.” Üçümüz adama doğru ilerledik.
“İyi misiniz?” dedi Başak arabanın başında dikilen şoföre.
“Evet,” dedi amca gülümseyerek. “Neden ki?”
Utanıp sıkılarak “Az önceki sahneye şahit olduk da…” dedim.
Adam yorgunca gülümsedi. “İşimizin gereği bu. Yapılacak bir şey yok.”
“Nasıl olmaz? O çocuk cezalandırılması gereken bir mikrop!” Çocuğa mikrop dediğim için çarpılabilirim sanırım.
“Sizler iyi çocuklarsınız. Zekiye de benziyorsunuz-“
“Sadece benziyorsunuz mu?” dedi Ezgi adamı güldürmek için. İşe de yaramıştı.
Adam gülerek “Belli ki zekisiniz de. O zaman dünyanın parayla işlediğini de fark etmişsinizdir.” Onu doğrulayan homurtular çıkardık. “Yapılacak bir şey yok.”
“Siz de zekiye benziyorsunuz, o zaman her zaman iyilerin kazandığını öğrenmişsinizdir.”
“Bu dediğine inanıyor musun gerçekten?” Hayır, inanmıyordum. “Hem zaten az önce gördüğünüz çocuk, iyi biri. Sadece dışarı vurmuyor iyiliğini.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Okul Bizi Öldürmeden
Novela JuvenilÜç kızın okul başlamadan kalan bir ayında yaptığı çılgınlıklar. Üç kızın asla bozulmayacak arkadaşlıkları. Üç kızın hikayesi. Küçük bir uyarı: Küfür içeriyor, bana göre aşırı değil, size göre aşırı olabilir. Ona göre okuyun derim. Hadi size iyi okum...