Kararmaya yüz tutan hava hiç de işine gelmiyordu genç kızın. Fransa'nın soğuğunda bayan Brigget'in giyim dükkanından aldığı paltosunun içinde yanıyordu adeta. Dakikalardır bulunduğu yerde dikiliyor hareket etmeye casaret edemiyordu. Dayandığı boyası dökülmüş duvardan doğrulup, sapması gereken sokağa baktı. Ortalık sessizde bir an önce acele etse iyi olurdu yoksa her an karşısına çıkabilecek SS'ler tuttuğu gibi gönderiverirlerdi toplama kamplarını alimallah. Başını uzatıp sokağı tekrar gözünden geçirdi. Sokağın diğer ucundan gelen ritmik ayak sesleri uzaklaşıyordu. Şimdi tam sırasıydı saklandığı köhne duvarın küf kokusundan uzaklaşmak için yoksa bir daha bu kadar uygun zaman kollayamazdı .Her on dakikada bir ellerinde köpeklerle bir grup SS, sokağı devriye geziyorlardı .
Emin olduktan sonra vücudunun tersine donan ellerini paltosunun cebine sokup, sokağın karşı tarafına geçip usulca ailesiyle oturdukları apartmana süzüldü. Derin bir nefes koptu ciğerinden. Bugünlük yırtmıştı yakalanmaktan. Peki nereye kadar sürecekti bu kaçış? Sonunun ne olacağını bilmediği savaşı düşünmek istemedi. En kısa zamanda gidecekti memleketine. Savaştan önce cumhuriyetin cicim aylarımı yaşayan ülkesine, okuyup adam olup dönecekti düşüncesi buydu. Ama nerden patlak verdiği bilinmeyen savaş, leş yiyen akbabalar gibi üşüştü başlarına. Artık tek gayesi değil okumak, bir an önce bu ecnebi kentini terk edip Ankara'ya dönmekti.
Koşmaktan ve merdiven çıkmaktan nefes nefese ulaşmıştı evinin kapısına. Eskimiş kapıya iki kez üst üste bir süre sonra bir kez vurdu. Ailesi arasında şifre gibi bir şeydi bu. Gelenin konu komşu mu yoksa Alman askeri mi olduğunu ayırt etmek için alınmış küçük bir tedbirdi sadece. Annesi kapıyı açıp kızın kolundan tuttuğu gibi içeri çekti. Kapıyı kilitleyip sürgüledikten sonra sarıldı.
"Ne oldu kızım neden bu kadar geç kaldın? Öğrenebildin mi gelecek treni?"
Annesinin bahsettiği treni uzun zaman önce yan komşuları olan Selma hanımdan duymuşlardı. Selma Hanım'ın eşi Türkiye Konsolosluğu'nda çalışıyordu. Duyduğuna göre Türkiye'den savaştaki Türkleri kurtarmak için bir vagon göndereceklerdi. Annesi Aylin'i haber hakkında bilgi almak için konsolosluğa göndermişti. Bişeycik söylememişlerdi genç kıza. Zaten küçük bir umuttu onlarınki. Geleceği bile kesin olmayan bir treni umut bellemek Aylin'in zoruna gidiyordu. Aylin annesine vereceği cevabın olumsuzluğundan hoşnutsuz başını başını salladı. Gözlerini boyaya ihtiyacı olan beyaz duvara dikti.
"Hayallah! Ne yapacağız şimdi. Asılsız lakırdılar mı bunlar yoksa kızım? "
Aylin ayakkabısını çıkarmak için eğildiği yerden doğrulup
"Yok öyle bir şey benim Vatanım vatandaşlarını bırakmaz bu cehennemde. Mutlaka bir şeyler yapar. Hiçbir şey yokmuş gibi oturmaz koltuğunda." dedi.
Sesi biraz yüksek çıkmıştı. Farkındaydı. Kızdı kendine annesinin ne suçu vardı? Bu aralar herkesin sinirleri bozuktu . Yaşanan gıda kıtlığından, her an kapı çalacak korkusundan birbirlerinden çıkarır olmuşlardı sinirlerini. Son bir kaç gündür içindeki sinir yiyip bitirmişti kızı. Biliyordu bu tren işi hikayeydi. Türk oldukları için savaştan muaflardı. Çıkardığı ayakkabısını Fransız bir çok saçma haberin yazıldığı, annesinin ayakkabılığa serdiği gazetenin üzerine gelişigüzel atıverdi.
Sesini yumuşatıp;"Neyse anne sen takma bu konuları kafana. Elbet bir çıkar yolu vardır."
Annesi -Şükran Hanım- şefkatli kızının kolunu sıktı.
"Hadi elini yıka gel yavrum. Yemek hazır."
Usul adımlarla banyoya yürüdü genç kız. Annesine söylediği yalana kendi bile inanmadı. Ne de çok isterse Ankara'da halalarının teyzelerinin yanında olmayı. Demli birer çayla neşelerine neşe katmayı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tanrı Vergisi
Ficção HistóricaYıl 1939. Nereden çıktığı bilinmez bir savaş kapladı tüm dünyayı. savaşta birçok insan yitip gitti. Hiç şüphesiz en çok insanın ölümüne sebebiyyet yer toplama kamplarıydı... Peki Yahudileri imha için kurulmuş bu kampa Müslüman bir Türk kızı gelirs...