Arkadaşlar, merhaba! Fena halde körelmişim. Kısa bir ara bölüm oldu. Diyecek başka hiçbir şeyim yok.. Sadece iyi okumalar :) - hatalara pek bakamadım kb :d -
****
''Hey, Zen'' Duyduğu ince ses ile irkildi. Uyumuş muydu, neler olmuştu? Gözlerini yavaşça açtı. Görme açısı tamamlandığı anda üzerindeki ağırlığı farketti. Fakat bir şey değişikti, kaburgasının ağrısını hissetmiyordu. Tüy gibi hafif, hiç yaralanmamış gibi hissediyordu. Bu his üzerine gülümsedi. Aniden kız kardeşine sıkıca sarıldı, saçlarını okşayıp öptü. Onun gülümsemesini gören kız kardeşi ise abisinin kollarından sıyrılıp üzerinden kalkarak kahkahalarla çimenlik alanda zıplayarak etrafında tur atmaya başladı. Aniden durdu. Yerden aldığı ipi ile abisine bakarak atlamaya başladı.
''Abi! Bir bana bak nasıl atlıyorum ipten'' dedi ve yamuk bir şekilde gülümsedi. İpinden atlamaya başladı. ''Bir, iki, üç, dört, beş...''
Zain etrafına şöyle bir baktı. Öten kuşların sesi, taze açılmış çiçeklerin kokusu, meyve ağaçları, ağaçlardan sallanan kıpkırmızı canlı elmalar öylesine hoştu ki. Zain kendisini cennette gibi hissediyordu. Güneş tam tepesindeydi ama onu yakmıyordu, aksine hoş, aydınlık ve ılık bir hava vardı. İçinde belli belirsiz mutluluk hissediyordu. Burası huzur dolu bir yerdi.
Zain neler olduğunu anlayamıyordu. Düşüncelerine tam olarak odaklanamıyordu. Sanki kafasının içi şu anda boştu. Neredeydi? Yoksa ölmüş müydü? Ah.. Burada kız kardeşini görmüş olduğuna göre, o da.. yani kız kardeşi de mi ölmüştü? Bu acıyla kalbinde küçük bir sızı hissetti kardeşinin o ay gibi parlayan yüzüne bakarken. 'Güzelim benim. Seni, sizi koruyamadığım için çok ama çok üzgünüm' diye geçirdi içinden.
''On sekiz, on dokuz, yirmi.'' Kardeşi ipini durdurdu. Bir adım öne geldi, abisiyle göz teması kurmak için eğildi.
''Önemli değil abi. Merak etme, biz gerçekten iyiyiz. Seni hala çok seviyoruz,'' Son cümlesini uzatarak söyleyen kardeşine hayret ve özlem ile karışık pişmanlıkla baktı. Alya iç sesini nasıl duyabilmişti? Biz dediğine göre, annesi ve diğer kardeşi de mi buradaydı? Ah.. Kalbine bir şey daha saplanmış gibi oldu. Hepsi aynı anda cennete gitmişti. Melek olmuşlardı... Başını aşağıya doğru eğdi.
Şimdi onlarla buluşma zamanıydı. Demek artık o rezillikten, acıdan kurtulmuştu. Bir yandan seviniyordu, bir yandan ise içi kan ağlıyordu. Pakistan kralı Zain Malik. Bu kadar kolay pes etmemeliydi...
Tam ağzını açıp annesini ve diğer kız kardeşini soracağı sırada aynı anda eğdiği başını da yukarıya kaldırdı. O çimenlerde dolaşan kız yok olmuştu. Yerde sadece az önce Alya' nın atladığı ipi vardı. Tutamaç yerleri kırmızı leke olmuştu. Zain korktuğunu hissediyordu. Gözleri istemsizce kocaman açıldı. Nereye giderdi küçük kız? Bu kırmızı leke nerden gelmişti? Kendine defalarca kez lanet etti. Yine ve yine onu kaybetmişti. Hiçbir şeye sahip çıkamıyordu. Öldüğünde bile rahat yoktu ona. Lanet her yerde onun peşindeydi. Hiç bırakmıyordu.
Ayağa kalktı ve kardeşinin adını bağırarak aramaya koyuldu. İçinden bulmak için kalp çarpıntısı ile eşlik edercesine hızlıca dualar ediyor, dışından ise adını çağırmaya devam ediyordu. Ne ses vardı ne de bir görüntü. Çok uzaklarda bi sarı kafa gördü. Gözü kim olduğunu seçemiyordu. Sarı kafalı bi anda hızlıca koşup daha fazla uzaklara gitti ve Zain bir şey anlamadığı halde tam olduğu yere geri döneceği sırada 100 metre ilerisinde yerde yemyeşil çimenlikte bir karaltı gördü. Yerde yatan bir bedendi. Hayır, bir beden değildi. Birkaç beden vardı orada. Gözünü hafifçe kıstı, ne göreceğini kestiremiyordu. Yanına tamamen yaklaştıktan sonra büyük bir çığlık atmak istedi. Yerde yatan bedenler annesinin ve kız kardeşlerinin ölüsüydü.
***
Hıçkırarak uyandı. Boğazı hem kuruluktan hem de az önceki rüyadaki hissettiklerinden dolayı yanıyordu. Nasıl bir rüyaydı? Her şey güzel başlamışken neden böyle bir son olmuştu? Acısını unutmuştu, kardeşini görmüştü ve az ileri gitseydi annesini ve diğer kardeşini de görecekti. Onları ölü görmek istemiyordu. Ama olmamıştı, yine aynı sona gelmişti. Yalnızdı. Rezil bir hasta durumundaydı. Bir insana, onun yaralarını saracak birine ihtiyacı vardı. Hareket edemiyordu, çok fazla yarası vardı. Günlerdir açtı ve gerçekten büyük bir açlık hissediyordu. Hiçbir şey ona bunları unutturamıyordu. Psikolojisi bu rüyadan sonra daha da çökmüştü. Oysa ki bi anlığına her şeyin bittiğini, huzura erdiğini düşünmüştü. Üzülmekten kalbi buruşmuş, çürümek üzere olduğunu hissediyordu. Bastıramadığı duyguları tekrar yüzeye çıktı, ölmek istiyordu. Annesinin, kız kardeşlerinin yanına gitmek istiyordu acilen. Burada olmaması gerekiyordu.
O allak bullak hafızasına az önceki yaşadığı olaylar geldi. Chris. Bunlar nasıl olabilirdi? Hala aklı almıyordu. Düşünmekten kafası patlayacaktı neredeyse. O bu kadar şanssız olabilirken Chris nasıl bu şekilde hayatına yön verebilirdi? O sadece basit bir askerdi.
Tekrar yanına gelmesini istemiyordu. Daha fazla şiddet görmek hiç istemiyordu. Çok fazla acısı vardı, yerinde hareket etmek istemiyordu zaten hareket edemiyordu da. Bir dahaki geldiklerinde ölmeyi mi yalvarsaydı? Zaten yeterince rezil olmuştu. Artık biraz daha küçük düşse bir şey olmaz diye düşündü. Hayatı tek bir harekete bağlıydı. Bunu yaparlar mıydı? Bi anda onu bu esaret hayatından kurtarırlar mıydı? Hiç sanmıyordu... Ona daha fazla acı çektireceklerdi. Daha fazla. Daha fazla. Kendi acısında ölene kadar.
Çok pis kokuyordu. Kendi kokusundan bile midesi bulanıyordu. İyi ki yüzünü görmüyordu, yoksa yüzüne bakarak bile kafayı yiyebilirdi. Berbat göründüğüne çok emindi. Yemek yemediğinden tuvaleti bile gelmiyordu. İlk başlarda gelse bile ayağa kalkacak hali olmadığı için altına yapıyordu. Fazlasıyla iğrençti bu esaret hayatı. Kendi kanı, idrarı içinde yaşıyordu. Fazlasıyla midesi bulanıyordu ve kusmamak için kendini zor tutuyordu. Bir de kusmuğunun varlığı ve kokusu ile uğraşamazdı. Sürekli uyumaya çalışıyor, bir nebze de olsa yaşadıklarını unutmaya çalışıyordu. Belki bir zaman tamamen dalar da bu hayattan kopma umudu ile uykuya girerdi.
Uyandığı sırada yerden kaldırdığı kafasını vücudünü hareket ettirmeden dikkatle tekrar buz gibi soğuk olan betona değdirdi. Sağ kulağının üzerine yattığı taraftan beyninin aktığını hissediyordu. Bu his gerçekte de vardı, ılık bir şey kulağının oradan gıdıklarcasına süzülüyordu. Kafasını kaldırdı ve az önce dayandığı yere baktı. Koyu kırmızı bir şey parlıyordu.
Kulağından beyni yerine kan süzülmüştü.. 'Sanırım ölümüm yaklaştı' diye düşündü. İçini biraz sevinç kapladı. Umarım buradan kurtulurdu. Sonsuza dek...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Forbidden Love | Ziall Horlik |
FanfictionBirbirine düşman olan iki ülkenin kralları. Biri Pakistan kralı Zain Javadd Malik, diğeri İrlanda kralı Niall James Horan. Ülkeleri için canlarını verecek durumda olan bu krallar, büyük bir anlaşmazlık sonucu savaş başlatma kararı alırlar ve büyük b...