Kriz

102 8 34
                                    

    Onu kolundan tuttum ve yatağın üzerine oturttum. Bakışları korkmuş bir şekilde bana bakıyordu. Sonunda biraz ilgi görmüş olmama sevinsem mi yoksa üzülsem mi bilemedim. Omzuna elimi koydum ve derin bir nefes aldım. Psikolojik olarak kendimi hazırlamaya çalışıyordum.

"Anne sana bir şey söylemeliyim." Durakladım. Cümleye başlamıştım. Ağızım açıktı ama kelimeler dudaklarımdan dökülmüyordu. Neden bu kadar zordu ki? Uzun zamandır zaten iki yabancı gibiydik. Anneliğini tamemen unutmuştu. Peki ben neden hala söyleyemiyorum? Korkuyormuyum? Utanıyormuyum? Yoksa onu üzmek mi istemiyorum? Neden?

"Anne ben her yalnız kaldığımda bir çocuk görüyorum." Kelimeler tek casede ağzımdan çıkmıştı. Gözleri fal taşı gibi açılmış, bana bakıyordu.

"N-ne diyorsun?"

"Doğru söylüyorum."

"Yanlış görmüş olmalısın. Bir kaç gün dinlenirsen geçeceğine eminim."

"3 haftadır her yalnız kaldığımda görüyorum."

"Ne?! Daha önce niye söylemedin?"

"İlk gördüğümde söyledim! Sen bana inanmadın!"

"O-o zaman gerçek miydi?...Dur bir dakika , hayır! Biri seni takip mi ediyor?!"

"Hayır! Evde, okulda ne zaman yalnız kalsam geliyor. Sonra bir bakıyorum kaybolmuş!"

"Hayır...benim kızım böyle olamaz...benim..."

"Demek okun ucu yine sana döndü! Sen mükemmel olmalısın değil mi?! Göstermelik de olsa ailen de mükemmel olmalı! Sonuçta her şey seninle ilgili! Gerçekten umrunda bile değilim!" Şu ana kadar ilk defa sesimi bu kadar yükseltmiştim. Bütün yüzüm yanıyordu ve sinirden kıpkırmızı olduğuma emindim.

    Yerde duran çantama hızla tekme attım. Açık olan fermuardan bütün kitaplar döküldü. Hızla dolabı açtım ve montumu aldım. Masanın üstündeki cüzdan ve telefonu da alınca hızla odadan çıktım. Çabucak ayakkabılarımı giydim. Oysa ben evden çıkarken hala yatağın üstünde şaşkın bir şekilde duruyordu.

   Hızla merdivenlere yöneldim. Öfkeden gelen bu enerjiyi harcamak istiyordum. Aksi halde her sinirlendiğimde yaptığım gibi boynumu tırnak izleriyle dolduracaktım.

    Merdivenler bittiğinde sitenin kapısına yöneldim. Cüzdanımdan çıkardığım anahtarla kapıyı açarken nereye gittiğimi soran bekçiyi görmezden geldim. Hızla sokakta yürümeye başladım. Bilmiyordum. Ne yaptığımı yada nereye gittiğimi. Sadece yürüdüm. Fark etmeden hızlı ve çok yürümüş olacağım ki sabahki parka gelmiştim. Ağaçlık alana girdiğimde ciğerlerim soğuk havayla doldu.

     Bilincim yeni yeni yerine geliyordu. Mesela fortmantodaki montum yerine dolaptaki ince montu giymiştim. Dışarıda yağmur yağdığı için saçlarım ıpıslak olmuştu. Dışarısı soğuktu ve her yer de karanlıktı.Ellerimi cebime soktum ve adımlarımı yavaşlattım. Sonunda bir ağaca yaslandım ve çömeldim. Karnıma çektiğim dizlerimi kollarımla sardım. Derin bir nefes aldım.

"Neden bu kadar çok sorunum var?" Sakinleşmiştim.

    Toprağa çarpan yağmur damlaları dışında çok sessizdi. Sessiz ve yalnız. Yalnız...

    Sora'nın yanıma gelmemesi için dua ettim. Beni böyle görmesini istemezdim. Zaten gelmedi de. 10 dakika, 30 dakika, hatta belki de bir saat öylece oturdum. Sonunda ayağa kalktığımda iliklerime kadar ıslanmıştım. Beklediğim süre boyunca bir kaç kere cebimdeki telefon çalmıştı. Açmak bir yana cebimden bile çıkarmadım.

    Ben gerçekten deliriyormuyum? Bu kendimi avutmak için uydurduğum bir hayal olabilir mi? Ama ben onunla konuştum. Bütün o anılar yalan olamaz.Ben onun sıcaklığını hissettim. Bana verdiği güveni...

    Gözlerimden akan yaşlar birer birer yağmur damlalarına karıştı. Neden emin olamıyorum? Neden gerçeksin yada değilsin diyemiyorum?

"Lanet olsun neden beni delirtme noktasına getiriyorsun?!" Sesim ormanda yankılandı.

"Zaten yeterince acı çekmiyormuyum? Ne yapacağım?! Eğer sen gerçek değilsen..." Dizlerim daha fazla ağırlığımı taşıyamadı ve bacaklarım toprakla buluştu. Daha fazla ağlıyordum. Ellerimi ıslak toprağa koydum. Avucuma aldım ve sıktım...sıktım... İçimdeki bütün öfkeyi atmak istiyordum. Aileme, arkadaşlarıma, bütün dünyaya! Hatta...Sora'ya...

Avucumdaki toprağı hızla savurdum. Ayağa kalktım ve ileri geri yürümeye başladım. Ellerim kızarmıştı. Nedense birden tekrar sinirlenmiştim. Önce elimi anlıma koydum. Sonra hızla tişörtümün yakasını çekiştirmeye başladım. Dayanamıyordum. En sonunda boynumu tırnaklamaya başladım. Elim her deydiğinde dört uzun iz bırakıyordum. Adımlarım gittikçe hızlandı. Daha çok...daha çok...

     Takılıp düştüm. Elimi yüzüme siper etmiştim ama daha sonra kollarımı çektim. Şimdi yüzükoyun yerde yatıyordum. Yanım toprağa değiyordu. Göz yaşlarımsa durmuyordu. Döndüm ve sırtımı toprağa dayadım. Şimdi karanlık gökyüzüne bakıyordum. Yağmur damlaları teker teker yüzüme düşüyordu. Hangisi daha ıslaktı bilmiyorum, yağmur damları mı yoksa gözyaşlarım mı?

    Gözlerimi kapattım ve öylece durdum. Sıkıntılarımın da üzerimden akan suyla birlikte gitmesini umarak...Hatta belki de...

"Ağlasam...rüzgarlar taşır mı göz yaşlarımı?

Bulutlar dökülür mü damla damla?"

   Dudaklarıma değen damlalar eşliğinde hatırıma gelen eski bir şiiri mırıldanıyorum.

"Hatırlasam, içimdeki bu savaş sona erer mi?

Kapanır mı yüreğimdeki yara?"

   Sanki her bir mısra kalbime dokunuyordu.

"Tekrar hatırlasam,

Çağlar mı dereler, ırmaklar?

Ağlar mı ardından ağaçlar kuşlar?"

   Bana en aykırı kısmını okurken ister istemez gülümsüyorum. Sanki beni önemseyen birileri varmış gibi...sanki arkamdan ağlayacak biri varmış gibi...

"Tekrar hatırlasam,

Esen rüzgar seslerimi örter mi?

Hıçkırıklarımı duyar mı birileri?"

   Kim duyacak ki. Güvendiğim, kalbimi açtığım tek kişi de yalansa...

"Unutsam, hatırlatır mı karanlık kabuslar?

Dökülür mü üzerime gökteki yıldızlar?"

   Unutamıyorum. Anılarıma hapsolmuşum.

"Ve sussam, ruhum gömülür mü karanlığa?

Benliğim kaybolur mu bu dünyadan?"


   Doğruldum. Artık ağlayamıyordum ve tamamen sakinleşmiştim. Ayağa kalktım. Islak kıyafetlerin üzerime yapışmasından çok rahatsız olmuştum. Yüzümü gökyüzüne kaldırdım ve son bir kere yıkanmasına izin verdim. Sonra cebimden telefonumu çıkardım.

   4 cevapsız aramayı görmezden gelerek ön kamerayı açtım. Yanaklarım kızarmıştı. Ama ondan daha kötüsü boynumda şeritler halinde bir sürü kırmızı çizgi oluşmuştu ve hafifçe kabarmıştı. Gözlerim kıpkırmızı olmuştu. Saçlarım da oldukça dağılmıştı. Her yerimin çamur olmasından bahsetmiyorum.

   Üstümü başımı hızla silkeledikten sonra eve doğru yürümeye başladım. Orada her neyle karşılaşırsam karşılaşayım yüzleşecektim. Kaçmayacaktım. Bizi koruyacaktım? Yada biz olup olmadığına emin olacaktım...

***

Evet pamuk eller klavyeye. Bu arada şiiri nasıl buldunuz, sizce karakterimizin durumunu anlatıyor mu?

Real or a DreamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin