Eve doğru yürümeye başladığımda parkın o kadar da yakın olmadığını anladım. Yavaşça... yağmuru ruhuma sindire sindire yürüyordum. Her adımda bedenim ağırlaşsa da verdiği karardan vazgeçmeyen biriydim.
Telefonun tekrar çalmasıyla aniden irkildim. Homurdanarak cebimden çıkardım ve ekranı görmemle şaşırmam bir oldu. Arayan babamdı. Bu durumu şaşırtıcı kılan, aslında babamın beni arama sayısının bir elin parmaklarını geçmeyişiydi. Şaşkınlığım geçince telefonu açtım.
"Alo."
"Neredesin?"
"Geliyorum."
"Acele et," dedi ve tanıdık sinyal sesi. Her zamanki ruhsuz konuşmamızın ardından adımlarımı hızlandırdım. Bir yandan da düşüncelere dalmıştım. Onun bu saatte evde ne işi vardı ki?
Sitenin kapısına geldiğimde anahtarımı çıkaramadan kapı açıldı. Bekçi endişeli gözlerle bana bakıyordu.
"Haline bak, ne oldu sana?!"
"Sanırım yokuş aşağı yuvarlandım. Ben de anlamış değilim." Neyse ki boynumdaki izleri montumun yakası kapatıyordu.
"Hadi çabuk ol. Ailen senin için çok endişelendi. Ben de onları arayayım." O klübedeki telefona koşarken ben de eve doğru yol aldım.
"Senin onlardan daha endişeli olduğuna yemin edebilirim." Kısık sesimle dile gelen kelimeler kalbime saplanmıştı sanki. Ailesi tarafından önemsenmeyen bir kızdım ben. Tekrar gözlerimin dolduğunu hissettim.
Ama hayır. Ağlamayacaktım. Artık bir savaş ilan etmiştim ve beni güçsüzleştiren her hareketi terk edecektim. Gözümde biriken yaşları tişörtümün kolunu sildim ve binanın kapısını açtım. Kendimi yorgun hissediyorum bu yüzden davetkar bir şekilde bakan asansöre yöneldim. Normalde hiç bitmeyen katlar sanki birkaç saniyede bitmişti. Kapının önüne geldiğimde saçlarımı düzelttim. Tam telefondan boynumu kontrol edecektim ki birden kapı açıldı.
"Mina!" Annem kapıda endişeli bir şekilde bana bakıyordu. Daha da şaşırtıcı olansa babam da yanındaydı. Yanyanalar. Bir mucize.
Yavaşça ayakkabılarımı çıkardım ve içeri girdim. Annem gerçekten endişeli görünüyordu, babamsa oldukça sakin ve ifadesizdi.
"Nerelerdeydin?" soruya cevabım oldukça sert bir bakıştı. Öyle ki annem bir adım geri çekildi. Babam da baştan aşağı beni süzdü.
"Duş al. Bekliyoruz," dedi duygudan yoksun bir sesle.
"Tamam." Hızla banyoya doğru yöneldim. İçeri girip kapıyı kilitledim. Sırtımı kapıya dayadım ve derin bir nefes aldım. Kıyafetler tenimden ayrılırken hafiflediğimi hissediyordum. Suyun sıcaklığını da ayarladığımda çabucak kendimi duşakabinin içine attım. Ilık su neredeyse yağmur kadar rahatlatıcıydı. Su damlaları nazikçe tenimi okşarken sonsuza kadar orada kalabilirdim.
Ne yazık ki 5 dakika sonra havluma sarılmış bir şekilde odama geçtim. Biraz üşümüştüm bu nedenle bir kapşonlu giydim. Yinede boynumu kapatamıyordu. Zaten bende gizlemeye çalışmıyordum. Kabaca saçımı taradıktan sonra salona doğru yürüdüm. İkisi de üçülü koltuğa oturmuştu. Bende karşılarına oturdum. Evet zorlu bir karşılaşma başlıyordu.
"Anlat bakalım." Babam sanki biraz düşünceliydi. Ya da bana öyle gelmişti.
"Keşke beklerken boş durmasaydın de karıcığına sorsaydın." Hafifçe kaşları çatıldı.
"Eğer bir sorunun varsa bunu halledeceğiz. Sen kabul etmesen de biz senin aileniz."
"Nedense öyle hissettirmiyorsunuz." Sıkkın bir şekilde öne doğru eğildi ve dirseklerini dizlerine dayayarak ellerini birleştirdi.
" Bize karşı sitemlerini sonraya sakla. Şu an bu sorunu çözmeye çalışmalıyız. Senin mantıklı bir kız olduğunu ve bu sorunu çözmek istediğini biliyorum. Ya da bir sorunun olup olmadığından emin olmak istediğini." İnanamıyorum beni tanıyor.
Sonunda bu konuyu konuşmaya karar verdim. Çünkü ben de artık bir cevap istiyordum.
"Yaklaşık iki hafta önce annem evden gitmişti ve yalnızdım İlk defa o zaman gördüm. O zamandan beri her yalnız kaldığımda görüyorum."
"Nasıl biri olduğunu tarif edebilir misin?"
"Kızıl saçlı ve mavi gözlü. Uzun boylu denebilir."
"Bir erkek?"
"Evet." Yüzü daha da düşünceli bir hal aldı.
"Sana bir şey yaptı mı?"
"Hayır..." Yani utancımdan kızardığım olaylar sayılmazdı herhalde. Zaten ona karşı da tepkimi hep göstermiştim. Nedense Sora bana çok... masum geliyordu.
Babam çenesini birleştirdiği ellerine dayadı. Sonra yüzü düşünceli bir hal aldı.
" Seni psikiyatriste ya da psikologa götürmek istiyorum. Kabul ediyor musun?" Seçimi bana bırakmış olması da rahatlatıcıydı. Aksi halde zıtlaşacaktık. Gerçi profesyonel yardım alma düşüncesi de çok garipti.
"Evet." Artık bende emin olmak istiyordum.
"Doktor bir arkadaşımdan rica edeceğim ve hemen yarın sana randevu alacağım. Bizde orada olacağız."
"Ama yarın okul var."
"Servisi arayıp söyleyeceğim, okula gitmiyorsun."
"Peki." Evet artık otoriteye teslim olmuştum.
***
Sabah kalktığımda hayatımda görüp görebileceğim en tuhaf manzaralardan biriyle karşılaştım. Yerde market poşetleri vardı -muhtemelen babam almıştı- ve annem de kahvaltı hazırlıyordu. Babam da sandalyesinde gazete okuyordu.
"Günaydın Mina. Hadi elini yüzünü yıka da sofraya gel." Benim tepkimse soğuk bir bakıştı.
Kahvaltı çok sessizdi. Ben de neşeli geçmesini beklemiyordum zaten.
"Randevuyu aldım. 1'de gideceğiz. Yemekten sonra hazırlan."
"Tamam." Çabucak yemeğimi yedikten sonra odama geçtim. Üstüme rahat bir şeyler giydim ve yandan uzun askılı olan bir çanta aradım. İçine koymak istediğim özel birşey vardı.
12'de evden çıkmış arabaya biniyorduk. Sitenin kumandalı kapısı açılırken babam bekçiye selam verdi. Ben önde, annem de arkada oturmuştu. Hastaneye vardık. Resepsiyonda konuştuktan sonra randevu aldığımız doktorun odasına doğru gittik. Kapının önüne geldiğimizde iki adım geri durdular. İkisi de endişeli görünüyordu. Annem hafifçe babama yaslanmıştı. Ben de ister istemez benimle ilgili bir konunun aralarındaki kavgaları görmezden gelmelerine sebep olmasına şaşırmıştım. Arkamı döndüm ve elimi kapı koluna koydum. Yavaşça indirirken düşüncelerden uzaklaşıyordum. Aklımda tek bir şey vardı. Yüzleşecektim.