Bölüm- 11 "Araba Kazası"

299 15 2
                                    

Bu bölüme bir rüyayla başlamak istedim :)) Kafanız karışmasın. Şarkıyı dinleyip öyle başlayın derim. İyi okumalar :))

     "Kızım." Babamı sesiyle birlikte arkama döndüm. İki tarafı ağaçlarla kaplı olduğu bir yolun ortasında durmuş bana bakıyordu. Etraf karanlık ve sessizdi.

     "Babacığım." Yaşıyordu. O kadar gerçek ve mutlu görünüyordu ki ona doğru adım atmaya başladım. Gözlerimi babamdan ayırmıyordum ama sanki her adım atışımda o daha ileri gidiyor gibiydi. Olduğum yerde durdum. "Sözünü tuttun. Beni bırakmadın."

     "Ben her zaman senin yanındayım."

     Yan taraftaki küçük çalılıktan bir ses geldi. Sonra biri, aniden çalıların arasından ortaya çıkıp babamın yanına geldi ve hiç beklemeden elindeki silahla babamı tam kalbinden vurdu. Onlara doğru koşmaya başladım. Babamı vuran kişi bana döndü. Doruk'tu bu. Bu sefer babam aynı yerinde kalıyordu; Doruk uzaklaşıyordu. Babamın yanına ulaştım. "Kolyeye iyi bak." Tam sarılacağım sırada babam kayboldu. Doruk'un olduğu yere döndüm. Ancak orada da kimse yoktu. "Özür dilerim... Özür dilerim..." Nereden çıktığı belli olmayan ses, giderek daha şiddetli çıkıyordu. Çığlık atmaya başladım.

     Ter içinde kalmıştım. Çok kötü bir rüyaydı -kabustu-. Ayaklarımı yataktan aşağı uzatarak dirseklerimi dizlerimin üstüne koydum ve başımı eğip ellerimle kavradım. Kolyeye iyi bak demişti. Verdiği gün de buna benzer bir şey söylemişti. "Bu kolyeyi asla yanından ayırmamanı istiyorum. Ne olursa olsun kaybetme." Benden son isteği buyken nasıl yanımdan ayırabilirdim ki. Elimi boynuma atıp arkadan kilidini açtım. Kolyeyi elime alıp incelemeye başladım. İlk aldığım gün içi doluymuş gibi gelmişti. Hâlâ öyle geliyordu. Ancak yan tarafını tamamen turlayan bir çizgi dışında açabileceğim hiçbir yer yoktu. Kolyeyi tekrar boynuma taktım. Önce yapmam gerekeni yapacaktım. Eğer kendimi öldürmeyip hapishaneye girersem orada bu kolyeyle ilgileneceğim çok vaktim olacaktı. Bir an önce yemek yiyip burada bulunma sebebimi yerine getirmeliydim. Yatakta ayağa kalkıp kapının yanındaki beyaz komidinin önüne gittim. Telefonu alıp kulağıma tuttuktan sonra bir süre bekledim. Telefon nihayet açıldığında canlı ve neşeli çıkan bir kadın sesi kulağıma doldu. "Odama bir kahvaltı tabağı ve kahve istiyorum." Söyleyeceklerim bittikten sonra telefonu kapadım. Etrafımda neşeli insanlar gördükçe sinirim bozuluyordu. Ben mutsuzsam herkes mutsuz olmalıydı. Babam ölmüştü benim.

     Banyoya girip yüzümü yıkadıktan sonra balkona çıktım. Balkon taksinin beni getirdiği yola bakıyordu. Buradan Doruk'un olduğu binanın üstteki birkaç katı ve çatısı görünüyordu. On dakikalık yürüme mesafesindeydi. Kapı tık tıklanınca binayı kesmeyi bırakıp içeri girdim. Kapıyı açıp görevlinin ve önünde taşıdığı, üç rafı ve her rafında yiyeceklerin olduğu araba tarzı şeyin içeri girmesini bekledim. "Nereye koymamı istersiniz?" Görevli adam odanın ortasında durmuş bana bakıyordu. "Balkona lütfen." Hemen balkona çıkıp raflardaki yiyecekleri masanın üzerine koymaya başladı. Üstü kapatılmış olan kahve fincanını da koyduktan sonra geldiği gibi gitti. Tekrar balkona çıkıp masanın yanındaki sandalyelerden birine oturdum. Babam ölmüşken benim böyle bir kahvaltı yapmam doğru muydu? Bu soruma cevap olarak Serkan abinin sözü devreye giriyordu: "Babanız sizin güçlü olmanızı isterdi." Babamın intikamını almak için güçlü olmam gerekiyordu. Bu söz beni kendime getiriyordu. Acımı az da olsa hafifletiyordu. Kahve fincanının üstündeki kapağı kaldırıp koca bir yudum aldım. Sonra peynir, zeytin, yağ, reçel, domates, salatalık... Uzun zamandır bir şey yemiyormuş gibi kısa sürede her şeyi bitirdim. Hala aç gibi hissediyordum ve hiçbir zaman bu kadar çok yemek yediğimi hatırlamıyordum. İçeri girip telefonu tekrar kulağıma götürdüm. Telefon açılınca kadının neşeli sesini duymamak için direk konuşmaya başladım. "Bir tane tost ve patates kızartması istiyorum." Telefonu kapatıp yatağıma oturdum ve beklemeye başladım. Güzel ve sağlıklı bir kahvaltının ardından biraz fast food takılacaktım. Kapı çalındığında hemen gidip kapıyı açtım. Aynı görevliydi. İstediklerimi balkondaki masaya bırakıp bitirdiğim tabakları hızlıca raflara dizdi. Bu sefer dışarı çıkmadı. Bana bakıyordu. "Bir sorun mu var?" Gülümseyerek cevap verdi. "Bu kadar yemek yiyebilen biri bahşiş de verebilmeli." Beş yıldızlı bir otelde bu kadar laubali kişileri neden çalıştırıyorlardı? "Seni işinden etmemi istemiyorsan hemen defol buradan." Bu ani çıkışımı beklemediğinden şaşkın bir ifadeyle bana bakmaya başladı. "Beni işimden edemezsin. Ve eğer şimdi bahşiş vermezsen seni odadan attırırım." 'Demek öyle' dercesine bir bakış attıktan sonra yanından geçip telefonu elime aldım. Kulağıma götürüp beklerken görevli de bana döndü. Yaka kartından adını öğrendim. 'Kerem Demir'. Telefondaki kadın neşeli bir sesle "Nasıl yardımcı olabilirim?" deyince "Kerem Demir adlı görevlinizden şikayetçiyim ve derhal işten atılmasını istiyorum." Kadın kısa bir kahkaha attıktan sonra tekrar konuşmaya başladı. "O bizim otelimizin sahibinin oğludur. O yüzden böyle bir şey yapmanız mümkün değil." Şimdi bu tavırlarının sebebi anlaşılıyordu. Telefonu kızın yüzüne kapatıp çantamı alarak odadan çıktım. Arkamdan "İşte böyle yola gelirsin." demesine aldırmadan gülümseyerek asansöre binip giriş katına indim. Danışma bölümüne gittim. "Bu otelin sahibi hangi odada kalıyor?" Kadın yanındaki arkadaşlarına baktıktan sonra tekrar bana döndü. "Bunu size söyleyemem." O zaman bende kendi işimi kendim hallederdim. Ve bu konuda inat ettiğim için halledecektim. Bir şey söylemeden oradan ayrılıp etrafa hızlıca göz gezdirmeye başladım. Sağ tarafta ortama hiç uymayan bir kapı vardı. Hızlıca oraya gidip kapıyı açtım ve istediğim yerdeydim. Müdür, avukat gibi önemli kişiler buradaydı. Bir kadın çatılmış kaşlarıyla yanıma geldi. "Buraya giremezsiniz. Derhal dışarı çıkın." Kollarımdan tutup çekerek dışarı çıkarmaya çalışıyordı. "Ben Mesut Güçlü'nün kızı ve şuan Güçlü Holding'in sahibi Derin Güçlü'yüm. Bana böyle davranamazsınız." Kadın bir anda değişerek ellerini kolumdan çekti ve özür dilemeye başladı. Biraz önceki hareketinden mahcup olduğu çok belliydi. "Otelin sahibiyle görüşmek istiyorum." Kadın önden gidip bana yolu gösterdi. Bir odaya girdiğimizde içerideki adam ne olduğunu anlamadığını belirten bir yüz ifadesiyle bana bakarken kadın beni tanıtıp odadan çıktı. "Bende Osman Demir." Elini uzattı. Bende elini sıktım ve masanın önündeki koltuklardan birine oturdum. Bir an önce bu işi halledip Doruk'un yanına gitmeliydim. "Buraya geliş sebebim oğlunuz. Odama gelip bu otelin standartlarına yakıştıramadığım tavırlar takınarak bahşiş istedi. Ve vermezsem beni odadan attıracağını. Onu işten atmanızı istiyorum. Ve otelin başına da geçmesin." Adam memnun olmayan bir ifadeyle bakıyordu. Belki biraz da kızmıştı. "Oğlumu işten atmamı mı istiyorsunuz?" Başımı salladım. "Kusura bakmayın bu dediğiniz olmayacak." Arkasına yaslandı ve kararlı bir ifadeyle bana bakmaya başladı. Bende aynı kararlılıkla "O zaman yarın işinizden olmayı kabul ediyorsunuz?"

     "O da ne demek oluyor?" Kendimi övmeyi seviyordum. Zengin olduğum için kendimi herkesten üstün görüyordum. Bunun yanlış bir şey olduğunun farkındaydım. Zaten yakın hissettiğim kişilere karşı değil; bu adam gibi beni küçük görenlere karşı gösteriyordum bu huyumu.

     "Şöyle demek oluyor. Eğer şimdi oğlunuzu işten kovarsanız -ki bir daha almamak üzere- işinizde kalırsınız. Yoksa bugün veya yarın bu oteli alırım." Adamın gözlerini korku kapladı. "Ama ben satmak istemezsem alamazsınız." Kahkaha attım. Babam bana bazen böyle durumlarda nasıl davranılması gerektiğinden bahsederdi. "O zaman iflas etmeniz için elimden geleni yaparım. Karşıdaki boş arsaya otel açabilirim mesela." Adam çaresizce bir süre bana baktı. Sonra telefonunu çıkarıp kulağına götürdü. "Hemen odama gel." Telefonu cebine koyup bana bakmaya devam etti. "Baban gerçekten iyi biriydi. Ona hiç benzememişsin." Beni tanımayan biri böyle düşünebilirdi. Cevap vermedim. Çünkü babam benim hassas noktamdı, konuşmaya başlarsam susmazdım. Kapı açılıp da içeri Kerem girince dikkatimizi ona çevirdik. Benim konuşmama gerek kalmadan babası konuşmaya başladı. Gözleri benim üstümdeydi. Babası gerekli şeyleri söyledikten sonra gözlerini ona çevirdi. "Bu kız istedi değil mi? Ve sende ona uydun?" Yüzünü ekşiterek babasına bakıyordu. "Böyle olmak zorunda." Bu kadarı yeterliydi. Ayağa kalktım. Kerem'in yanına gidip ona döndüm. "Ben kazandım." Sonra babasına döndüm. "Biraz önce konuştuklarımızı unutabilirsiniz. İşten kovup kovmamak sizin elinizde. Fakat şunu söylemeliyim ki, oğlunuz böyle davranmaya devam ederse; şikayetler de gelmeye devam eder. Sizin iyiliğiniz için söylüyorum bunu. İşinizde başarılar dilerim." Cevap beklemeden kapıyı açıp dışarı çıktım. Ben Derin Güçlü'ydüm. Her zaman kazanırdım. Ama insanların ekmek teknelerine zarar vermezdim. Elimden geldiğince insanlara yardım ederdim ama canımı sıkanın da canını sıkardım.

~~~

     Otelden dışarı çıktığımda öğlen olmuştu. Kerem, boş yere çok vaktimi almıştı. Otelin kapının önünde uzanan birkaç basamak merdiveni inip yürümeye başladım. Doruk'un kaldığı ev buradan on dakikalık yürüme mesafesinde olduğundan işi halletmem uzun sürmeyecekti. Biraz sonra babasının intikamını almış; mutlu bir kız olacaktım. Hapse girsem bile kalbimde huzur olacaktı. Boşuna demir parmaklıkların arkasında olmayacaktım. Geçerli bir sebebim ve babamla yaşadığımız anılar da benimle birlikte olacaktı.

     Kaldırıma çıkıp sağa döndüm ve yol boyunca ilerlemeye başladım. Bina karşı tarafta kalıyordu. İşlek bir cadde olduğundan arabaların altında kalmamak için binanın karşısına geldiğimde karşıya geçecektim. Sonra da ara sokağa girecektim. Bu işi bir an önce bitirmek için adımlarımı hızlandırdım. Bacaklarımdaki kemikler bu kadar hızlı yürümemem için beni uyarırcasına ağrımaya başlamıştı. Ama dinlenmek için zamanım yoktu.

     Bina nihayet göründüğünde arada sırada o tarafa bakarak hızlı adımlarımla yürümeye devam ettim. Karşıya geçmek için yola dönüp sağıma ve soluma baktığımda birazdan gireceğim ara sokağın başında siyah bir araba durdu. Camları film ile kaplanmıştı. İçi görünmüyordu. Arabanın arkasından gittikçe yaklaşan Doruk'u görmemle arabaları umursamadan yola atıldım. Yolun ortasına kadar ulaşmıştım. Ne yapacağımı bilemez bir halde elimi çantama götürüp içine soktum.

     Arabaya birkaç metrelik mesafe kala Doruk beni gördü. Şaşırmıştı. Elimle çantamın içindeki silahı kavradığımda sağ tarafımdan gelen acı sesi duydum. Önce peşi sıra gelen korna sesleri, ardından bir lastiğin yolda bıraktığı keskin ses... Bunların arasında biri "Derin... Derin..." diye bağırıyordu. Son hatırladığım şeyse babamın katilinin kollarında ölüyor olduğumdu..

Aslında bölümü böyle yazmayacaktım. Kerem böyle davranınca ona bir ders vermek istedim. Yorumlarınızı bekliyorum :))

İntikam AşkıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin