Medyada olan Sedef
Zil çaldı. Ayaklarım titriyor, nefes almakta zorlanıyordum. Göz yaşım düştü düşecek saniyelerle savaşıyordu.Heyecan, korku, öfke, özlem hepsi birbirine karışmış, o tarif edemediğim hissi buram buram yaşamaya başlamıştım. 'Kendini gel artık Sedef' dedim içimden. Toplamalıydım kendimi.
"Off... 30 yaşına geldin, onca şey yaşadın hala akıllanmıyorsun ne bu heyecan yaa!!!" dedim ve derin bir nefes alıp saçlarımın kıvrımlarını düzelttikten sonra kapıya yaklaştım. Zil ısrarla çalmaya devam ederken kendi kendime konuşmak, yine kendime verebildiğim tek telkindi. "Ne komik hem davet et hem kapıda beklet..." Kapıyı açsam mı açmasam mı, içeri alsam mı almasam mı sorularıyla cebelleşirken kendimi kapının dibinde, ellerimi ise kapı kulpunu tutarken buldum. Ağlanacak halime saçmalayıp sırıtmaya başladım. "Ama sen beni kaç yıl bekletin çürü orada." diyebildim kendimce. Bu söz beni rahatlatıp güç vermişti sanki. Ben birlikte çıktığımızı zannettiğim bu hayatı, aslında tek başıma apalayarak çıkıp koşarak indiğimi farketmiştim. Beni çıkmaya zorlayan kişi tam bu kapının arkasında duruyordu. İçimdeki sessiz çığlıkların sesli canavarlara dönüşmesi ise asla benim suçum değildi. Ve yapabileceğim tek şey ne kadar saçmalayacak olsamda oluruna bırakmaktı.
Sahte maskemi takıp dudaklarıma bir gülücük kondurduktan sonra kapıyı açtım. Güçlü görünmek zorundaydım çünkü. Kalbimin atışını duyuyordu eminim. Ama bende onunkini duyuyordum. Küçük bir çocuk gibi heyecanlanmıştık ikimizde. Ama bunu birbirimize belli etmeye cesaret edemeyecek kadar da büyüktük. Ne ben içeriye davet ediyordum, nede o kapıdan girmeye yelteniyordu.
Uzun bir sessizlikten sonra, bütün yaşanmışlıkları geride bırakmışcasına bir bakış attım ela gözlerine.
-"Hoş geldin."
Ben sessizliği bozsam da o bozmamakta ısrarcı hala bana bakmaya devam ediyordu. "Allah'ım" dedim içimden. Hiç mi değişmez bir insanın bakışları. Bütün benliğimi kaybediyordum. Bu ela gözlerin derinliğinde boğulmak bana hiçbir zaman iyi gelmemişti. Önceden olduğu gibi dilim dolanacak biliyorum, kelimeler birbirine karışacak, aklım kalbim dilim her biri farklı bir kulvarda olacaklardı."Merhaba" demişti sonunda. Bunu derken bakışlarını yere indirmesine, elini ensesinde gezdirmesine sinir oluyordum. Çekici ve cazip bu davranışı kendine fazlası ile güvendiği anlarda yapardı. On yıl. Dile kolay on yıl geçmişti aradan ve biz bu süreçte birbirimizden haber almamakla birlikte varlığımızı unutmak adına ne gerekirse yapmıştık. Başarılı olan bu çaba onun yüz şeklini tenini kokusunu hafızamdan silmeye yetmişti. Fakat karşımda gördüğümde şimşek çakar gibi beynimde fısıltılar, burnumda kokusu, kalbimde heyecanını yaşatmıştı. Sildim dediğim belleğim tekrar dolmuştu. Ve inanmaya başlamıştım artık; biz neysek hala oyduk. Yada kendimi mi kandırıyordum acaba.
Arkada melankolik bir müzik hayaliyle aldım onu içeriye... Kendimi bu hayalleri kurup yaşarken çok seviyordum. Çılgınca geliyor, biraz olsun nostaljiyi hissetmek için sabırsızlanıyordum. Bu sabırsızlığımın arkasında ona olan öfkem; özlemimden sonra ikinci sırada yer alıyordu. Ona zaafımı farkettirmemek için kendimi sıkmaya, olabildiğince frenlemeye hazırlamıştım. Akşama kadar düşünmüş, yapacaklarıma konuşacaklarıma karar vermiştim. Ama zamanın ve gidişatın ne göstereceği konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Yılların acısını almakta kararlıydım. Ama bir yanım olan oldu dur diyordu. Açıkçası duygusal karmaşıklık beni olduğum insanın dışına çıkaracak kadar yeterliydi.
Sağı solu incelemesi biterse, yemeğe başlayacaktık. Tabloya takıldı gözü bir an. Sırtı bana dönük çoktan dalmıştı bile...
Hatıralar ne kadarda yaralıyormuş insanı. Her nesne o günlerin kokusunu, rengini tekrar tekrar hissettirdi, hem bana hem ona. Şimdi bu kadar güçlü durmamı; o zaman ki zaaflarıma, saflığıma, hatalarıma borçluydum. Sevinmeli miydim bilmiyorum ama bazen bu güçlü kadın modeli bana çok ağır geliyordu. Şu anda olduğu gibi. O arkasına dönükken herşeyi bir kenara bırakıp sarılmayı istemem gibi. Ama yapamazdım....
-"Yemek yiyelim mi"
Bölmüştüm bütün düşüncelerini. Başını bana çevirdiğinde ela gözlerindeki pişmanlığı, huzursuzluğu gördüm. Oda benim gibiydi. Duygularını belli etmemek en büyük hobisiydi. Zaten bizi de bu bitirmemiş miydi?
-"Ne yemek var, hiç aç değilim aslında." dedi hafif bir tebessümle, elleri cebinde.
Gözlerimi kısmış onun bu sahtekar konuşmasına dalga geçercesine bakmıştım. Çünkü yemeğe davetli olduğu hiçbir eve tok gitmezdi yine malum yalan bir gülümseme ile;
-"Aaahaaaaha neden, sen hiçbir zaman doymazsın ki" dedim tek kaşımı kaldırıp.
Suratının ifadesini çok özlemiştim. Biraz şaşkın, biraz kızgın.
-"Sedef" dedi mağrur bir bakışla.
-"Efendim" dedim meraklı ama bir o kadarda kendinden emin bir yüz ifadesiyle. Ne diyecekti acaba. Yine zamanının kısıtlı olduğunu söyleyip gidecek miydi? Her zamanki gibi bir şeyler başlamadan bitecek miydi? Yada beni yüz üstü bırakmanın hesabını, onca yılın hesabını mı verecekti?
Bunları düşünürken gözlerimi alamıyordum ondan. Aramızda toplasan bir metrelik bir mesafe vardı. Ben onunla konuştuğumu zannediyordum. Gözlerimizle kurmaya başladığımız bu iletişimin ne ara geliştiğini farkedemeden bir adım attı bana doğru. 'Allah'ım atma ne olur' dedim içimden. Diğer Sedef ilr başa çıkmak çok zordu. Ona özümü yansıtmamaya kararlıydım sonuçta. Onunla yıllardır hiç bu kadar yakınlaşmamıştım. Dizlerimin bağı çözülüyor gibiydi. Ve yine o melankolik müzikler bu sefer bütün ciddiyetle kulağımda fısıldıyor kurduğum bütün planlarım yavaş yavaş yerle yeksan oluyordu. Delirmemek içten değildi. Benim ona doğum gününde aldığım parfümden sıkmış, hususi hatırlamak ister gibi dibime dibime girmişti.
'Ne kadarda kötü bir gündü.'
Hediyesini alabilmek için bütün günümü sarf etmiş yağmurlar altında sırılsıklam olmuştum. Üstelik üstümü bile değiştiremeden Selçuk'un evine gitmiş onu yalnız bulmayı ummuştum. Hiç birşey umduğum gibi olmamış şatafatlı yaşam süren onlarca arkadaşının alay konusu olmuştum. Onlarınkine göre çok basit duran kıyafetim ve ayakkabılarım ıslanmış ve dağınık saçlarım vardı. İnsanların 'bu kızda ne böyle' edasıyla attıkları bakışların ve yıkıcı sözlerin altında kalmıştım. Üzerimde tonlarca binanın enkazı var gibi hissedip yapaylanız ayakta durmaya çalışmıştım. Aldığım parfümü de o an lavaboda olduğu için, bütün bunlara şahit olamayan sevgilimin doğumgünü masasına koymuş ve dik durmaya çalışarak terketmiştim. Ne anlamı vardı şimdi bana bunu yapmanın ya. O parfümü yıllarca kullanmaya devam mı etmişti yani? Buna anlam veremedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişimin Geleceği
Roman d'amour"Ben kötü biri değilim. Seni 'Azad' ettim sadece" dedi Selçuk ve devam etti. "Seni bir serçenin gözyaşı kadar sevdim. Hafife alma sevdiğim. Serçeler ağlarsa ölürler...." Sedef ağlamamak için zor tutuyordu kendini. Ağlarsa neler olacağını düşünmek bi...