PART 14

4.6K 27 2
                                    

Ertesi gün Ian ile birlikte sözleştiğimiz üzere pazardaydık. Etrafımız bildiğim bilmediğim onlarca çeşit çiçekle donatılmıştı. Görünüşe göre Odojen halkı doğanın içinde yaşamasına rağmen doğaya doyamıyordu. Bu çiçeklere olan büyük rağbetten anlaşılıyordu. Çiçeklere bakıyordum ama bilerek yaklaşmıyordum. Kimliğim ile ilgili şüphe uyandıracak bir sahneden kaçınmalıydım. Ian'a pek karışmadan daha çok insanları ve çiçekleri gözleyerek pazarda ilerliyordum. Ian bir tezgahın sahibi ile muhabbeti koyulaştırmıştı. Birkaç adım ötesinde küçük adımlar ile ilerliyordum. Pazara açılan ve başka bir cadde ile bağlantıyı sağlayan dar aralıktan caddenin diğer tarafındaki sokakta iki gurubun tartıştığını gördüm. Wes'in bahsettiği Odojen'in kötü durumuna burada bulunduğum birkaç gün içinde şahit olmamıştım ve içten içe beni kandırdıklarını düşünmeye başlıyordum. Bu yüzden bu kavganın normalde benim oradan çabucak uzaklaşmama sebep olması gerekirken aksine büyük bir merakla yaklaştırmıştı. Pazarda alışveriş yapan ve yolu kullanması gereken bir bayan gibi aheste adımlarla aralığa doğru yöneldim. Omzundan Ian'ın olduğu yeri görebiliyordum. Sorun olduğu an, kısa mesafeyi koşup yanına dönebilirdim. Beklenmedik bir cesaretle ve soğukkanlılıkla aralığa yöneldim. Yaklaştıkça sesler ve bağırışlar daha da belirginleşiyordu.

İki gurup arasında belirgin bir sayı farkı vardı. Küçük gurup 5-6 kişi iken diğer gurup 15 kişi kadardı. Biraz uzaklarında market vitrinin arkasına ya da bina girişine saklanıp seyreden birkaç kişi dışında başka kimse yoktu. İtiş kakışların başladığını görünce aralıktan çıkmadan görüşümü kaybetmeyecek şekilde duvar kenarına gizlendim. Diğer saklananlar polisi ya da güvenlik güçlerini aramış olmalıydı. En azından ben öyle umuyordum.Yüzlerdeki ifadelerden ve havada uçuşan küfürlerden kavganın çabucak son bulmayacağı belliydi. Şimdi diğerlerine karışmayan tüm bağırışmaları duyabiliyordum.

Kalabalık guruptan bir genç " Kraliçenin yalakaları! Nasıl satıldınız lan, şerefsizler!" diye bağırırken küçük guruptan sayıca az olduklarını farketmeyen ya da önemsemeyen yaşça daha büyük olan adamdan "Yaşasın Kraliçe!" diye bir nida yükseliyordu.Yanındakiler de devamında aynı sözleri tek ağızdan haykırarak söylemişti. Kavganın tarafların kimler olduğu ve Wes'in doğru söylediğini üzülerek farketmiştim. Kalabalık gurubun en önünde duran ve liderleri gibi görünen başka bir genç " Size Kraliçeyi göstereceğim şimdi " diyerek adamların resmen üzerine atladı. Arkasındaki diğer gurup da onu takip etti. Sayıca az olmalarına rağmen diğer gurup atabildikleri yumrukları isabet ettirmeye çalışıyordu ama yüzlerinden kan gelmeye başlamıştı. Daha fazla bakamayacaktım. Duvara yaslandım ve kısa sürede polisin gelmesi için dua etmeye başladım. Dakikalar geçti ama hiçbir değişiklik yoktu. Seyreden birkaç kişi de dayanamamış olmalı ki artık yerlerinde bulunmuyordu. Burada hareketsiz duramazdım. Kraliçe olacaksam bunu haketmeliydim. Hem bu insanlar annem yüzünden kavga ediyorlardı. Omuzlarımdaki sorumluluk kavganın , burada bulunmamın nedenini düşündükçe artıyordu. Ve içimde bir yerde başka birşey daha öne atılmam için beni zorluyordu. Şefkat... Canlarının yanmasını görmek istemiyordum. Elbet bir bayana el kaldıracak değillerdi. Dikkatlerini çekeceğim birkaç dakika kavganın durulmasına ve sinirlerinin yatışmasına yetecekti.

Yanlarına kadar gittim. Beni farketmediler.

"Lütfen!..." diye bağırdım. Birkaç kafa aniden bana döndü.

"Lütfen! Kavga etmeyin..." diye konuşmaya devam ettim. Küçük gurubun üstüne kendini atan diğer birkaç kişi de ayağa kalktı. En önde atlayan liderleri olduğunu düşündüğüm kişi yaralı dudağının ve darmadağınık saçlarının arasından kızgın bir ifade ile " Bayan, işinize bakın ve geldiğiniz yerden devam edin." gözüm yerdeki yüzleri yara bere içinde kıyafetleri hırpalanmış birkaç adama kaydı. Şaşkın gözlerle bana bakıyorlardı. Az önce bana seslenen adama dönmeden yerdeki gurupta genç bir adamın yanına çömelerek cevap verdim. " Kavga ediyordunuz ..." çantamdan mendilimi çıkarıp genç adamın dudaklarındaki kanı sildim. Şaşkın gözlerle hiçbir acı imaresi göstermeden bana bakıyordu. Sözüme bu defa muhatabımın gözlerine bakarak devam ettim. "Ve sizi ayıracak kimse yoktu..."Şimdi ayakta olan kalabalık guruptan bir kahkaha yükseldi. Benimle konuşan adam tekrar söze başladı. " Sen de aramıza atlayarak durdurabileceğini düşündün..." bu daha çok bir soru cümlesi idi. Önümde yerde yatan küçük guruptan bu defa benim yaşlarımda olanın kanayan eline uzandım ve saçımdaki bantı çözüp eline sardım. Diğer elinden tutup kalkmasına yardım ederken "İşe yaramadığını söyleyemezsiniz." dedim. Niyetim meydan okumak değil havayı yumuşatmaktı. Dudaklarındaki hafif gülümsemeyi gördüğümde başarılı olduğumu anlamıştım. Diğerleri de toparlanıp ayağa kalktılar. Ciddi bir sorunları olmadığı belliydi ama fena pataklanmışlardı. Şimdi iki gurup da ayaktaydı ve bana bir sonraki sözlerimi bekler gibi merakla bakıyorlardı. Yarasını temizlediğim ilk genç yanıma yaklaştı ve " Yardımlarınız için teşekkürler Bayan ama bu şekilde kavgaya atlamamalısınız." dedi. Yüzünde kibar bir tebessüm vardı. Kavganın bu şekilde kolayca unutulup herkesin bana nasihat etmek için birleşmesi garibime gitmişti .Her ne kadar nasihat edilmekten hoşlanmasam da durumun sakinleşmesinden memnundum. Yine de tüm dikkatlerin üzerimde toplanması rahatsız ediciydi. Guruptan tarafıma sinirli, çapkın, anlayışlı bakışlar atılıyordu.

Bakışlardan kaçınmak için başımı öne eğerek cevap verdim.

"Yapabileceğim başka birşey yoktu. Polisi bekledim ama gelmedi."

Kalabalık gurubun lideri bana birkaç adım yaklaştı. Bir adım geri sıçrayarak başımı kaldırıp sertçe yüzüne baktım. Durumun aleyhime dönmesine izin vermeden buradan kaybolmalıydım.

"Polis gelmedi mi güzel kız..." yüzünde alaycı bir gülüş vardı. Arkasındakilere dönüp kendi gurubundan beklediği gülüşleri alınca biraz daha yaklaşıp öne hafif eğildi , kulaklarımda nefesini hissedebiliyordum " Bu adanın güvenliği de ordusu da benim." dedi.

Gözlerim şaşkınlıktan yuvasından fırlamış olmalıydı. Orada put gibi donup kalmıştım. Neden sonra Ian'ın bana seslendiğini farkettim. Yüzümdeki şaşkın ifade ile ona döndüm. Hızlı adımlar ile bana doğru geliyordu. Ona yaklaşarak aramızdaki mesafeyi kapattım.

Nefes nefese "Leydi Emma, iyi misiniz?"

Vücudumu ona doğru döndüm. Beni uzun süre aramış olmalıydı. Elimi omzuna koydum. Arkamda kendi aralarında konuşmaya başlayan kalabalığı önemsemeden geldiğim aralığa doğru yöneldim. Ortam gayet sakindi. Bundan sonra tekrar kavgaya başlamaları bayağı gayret isteyecekti. "Özür dilerim haber vermeden yanından ayrıldım." dedim. Ian genç sayılmazdı ve benim yüzümden endişelenmesi ve kendini yorması beni üzmüştü. "Leydi Emma, lütfen bir daha bunu tekrarlamayın. Sizi kaybettim sandım." Ian'ın nefesini kazanması için yavaş yavaş ilerliyorduk. Belki az önce ki durumdan bilmiyorum ama koluna girme ihtiyacı hissettim. Birine dayanmaya, sokulmaya ihtiyacım vardı. Wes!... keşke yanımda olsaydın. Ya da Cyrus.

Tam aralığı geçip diğer caddeye çıkıyorduk ki arkamdan o adamın sesini duydum. "Ian!!"

Her ikimiz de döndük. Kendini güvenlik ilan eden adam karşımızda dikiliyordu.

Ian kolumdan çıkıp duruşunu düzeltti. "Sir Gerom, sizi farketmedim."

Ooo...işte bunu beklemiyordum. Ian bu adamı tanıyordu ve ona soylu bir isimle hitap ediyordu. Kraliçeye karşı bir soylu. Bakışlarım her ikisinin arasında gidip geliyordu. Sir Gerom tek kaşı kalkmış vaziyette bana doğru bakarak Ian'a soruyordu.

"Cyrus'un misafiri bu bayan mı?"

"Evet Sir."

Bu defa Ian'a döndü. Bakışları sertti ve sesi olması gerekenin biraz üstündeydi.

"Ian, vazifeni doğru yapmadığın ortada. Bu kadının tek başına sokaklarda ne işi var!"

Ian başını öne eğmiş gerizekalı bir eşkıyaya boyun eğiyordu. Öne çıktım ve Ian'ı arkama aldım. Gerom'a çok yakın olmama rağmen dik bir bakışla gözlerini üzerime diktim.

"Siz kim oluyorsunuz... Ian ile böyle konuşamazsınız."

Ian arkamdan beni susturmaya çalışıyordu. "Leydim lütfen. Sir Gerom haklı."

Ama ben izin vermedim ve Gerom'un yüzüne sert çıkışımda yerleşen şaşırmış ifadenin şimdi ukala, küçümseyici bir ifadeye dönmesine rağmen devam ettim.

"İlk olarak soylu da olsa bir şehir eşkiyasının arkadaşıma yüksek sesle konuşmasına izin veremem. İkinci olarak..."

Evet ikinci şeyi düşünmemiştim. Öyle nefesim boğazımda kaldım ama Sir Gerom bu gecikmemi avantajına kullanmakta gecikmedi.

"İkinci olarak diyordunuz." aynı pis gülümseme yine dudaklarında yer ediyordu. Bu dudaklar ve gözler ve kaşlar bir yerden tanıdık geliyordu ama şu an karşımdaki eşkiyanın yüzüne odaklanma zamanı değildi.Hemen kendimi toparladım Ian'ın başını olmaz manasında sallamasına rağmen koluna girdim ve onu yolumuza döndürmek için çekiştirmeye çalıştım. Yaşlı adamın bu kadar inat olabileceğini kim düşünebilirdi.

Başımı ona doğru çevirmeye gerek bile duymadan "İkinci olarak... cehenneme kadar yolunuz var!..."

Ian yanımda çaresiz gözlerle bana bakıyordu. Kafasını dönüp " Affedin Sir Gerom, Leydi Emma bugün pek kendinde değil " diye seslendi.

Ian'ın kolundan çıktım. Ben onu korumaya çalışıyorum o beni affettirmeye çalışıyordu. Birkaç metre uzağımızda kalmasına rağmen Sir Gerom yerinden ayrılmamış, seyrettiği gösteriden memnun kalmış vaziyette beni seyrediyordu.

Her ikisinin yüzüne baktım. " Oo Ian ... gayet kendimdeyim. Sözlerimi kayda alabilirsiniz."

Bir sonraki kraliçeyi soysuz bir soyluya hakaretten hapse atacak halleri yoktu ya...

ODOJENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin