XII. Maskenin Ardındaki

222 8 0
                                    


Şüphesiz ki sevgi çok değerliydi ama herkesi kolay kolay sevmeyen insanların sevgisi daha değerliydi. Çünkü az kişiyi severdi o insanlar ama içlerinde biriken sevgiyi daha az insan arasında paylaştırdıkları için onların sevgisi daha değerli sayılabilirdi. Caner Ayaydın da tam olarak böyle bir insandı. Gerek efendi tavırları, gerekse insanları kendine çeken eğlenceli karakteri sayesinde çevresi hep onu seven insanlarla doluydu ama o aslında hiçbirini tam anlamıyla sevmiyordu. O, bütün bu insanları sevememesi yüzünden içinde biriken sevgiyi iki insan arasında paylaştırmıştı.

Ayrıca bu tip insanlar, içlerinde az kişiye yönelttikleri yoğun sevgiyi dışarı yansıtmak konusunda da genelde pek başarılı değildi. Kendilerince fedakârlıklar yapar, sevgilerini yansıtmaya çalışırlardı. Ama fedakârlık yapmak için ille de birilerini çok sevmek gerekmediğinden, fedakârlıkta bulunmak yoğun sevgi göstergesi sayılmazdı. Caner de pek çok kişi için fedakârlıkta bulunabilirdi. Ama sadece gerçekten sevdiği insanlar uğruna her şeyini feda edebilirdi ve bu kadar sevdiği yalnızca iki kişi vardı. Bunlardan birisi babasıydı elbette. Onu tek başına büyüten, annesinin yokluğunda onun zorlu görevini de omuzlamaya çalışan, sadece Caner için pek çok zorluğa göğüs geren babası... Babası Kemal Ayaydın, safça sevdiği tek insandı. Onun uğruna ölebilirdi bile.

Uğruna her şeyi feda edebileceği ikinci kişiyse "Maskenin Ardındaki" idi. Adını bilmiyordu, yüzünü bilmiyordu, sesini bile bilmiyordu ama şunu biliyordu ki o, Caner'in gözlerini açmıştı. Ona hayat hakkında gerçekleri göstermişti, onu olgunlaştırmıştı. Caner'in dünya görüşünü değiştirmişti, hatta onu baştan ayağa değiştirmişti. Maskenin Ardındaki, Caner'i âdeta baştan yaratmıştı. Caner'in onu bu kadar sevmesinin nedeni buydu: Adam, babasının bile yapamadıklarını yapmıştı. Ama o adama duyduğu sevgi, babasına duyduğu sevgi gibi saf bir sevgi değildi. Bu sevginin içinde saygı daha ağır basıyordu, saygısında da ağır basan bir hayranlık söz konusuydu. Maskenin Ardındaki, mükemmel bir insandı ve Caner, gözünde onun değerinin asla değişmeyeceğini, yıllar boyu hiç görmese de onu asla unutamayacağını biliyordu.

Caner, ortasında düşüncelere daldığı ödevini yazdığı defteri pat diye kapattı ve dirseklerini defterin üzerine yerleştirdi. Maskenin Ardındaki'ni düşündü.

Adam her zaman, Venedik Karnavallarına özgü, "Larva" denen o maskelerden beyaz üzerine altın sarısı işlemelere sahip olan bir tanesini takıyordu. Bu da adamın, ilgi çekici gözleri hariç, suratının görünmesini imkânsız kılıyordu. Tıpkı Caner'in siyah maskesinde olduğu gibi adamın maskesinin de iç tarafında, ağız kısmında, telefon ahizelerine takılan cinsten bir ses bozucu takılıydı; bu yüzden adamın sesi sürekli bir cihazın mekanikliğini taşıyordu. Kapüşonunda, kollarının yenlerinde ve eteklerinde ince, parlak, kırmızı şeritler olan parlak siyah bir cüppe giyiyor ve ellerine de siyah deri eldivenler takıyordu. Aldığı bütün bu önlemler ona esrarengiz bir hava katmakla kalmıyor, onu tanımalarını da imkânsız hâle getiriyordu. Maskenin Ardındaki, maskeler ve cüppelerin sembolik olarak ne anlama geldiğini ve onu tanımamaları için aldığı eldiven ve ses bozucu gibi önlemlerin de neden gerekli olduğunu defalarca açıklamıştı. Caner, her ne kadar onu bir kez olsun görebilmek, en azından gerçek sesini duyabilmek için yanıp tutuşsa da ona hak vermeden edemiyordu.

Caner tam gerçek sesini bile duymadığı birini bu kadar çok sevmenin ilginçliği üzerinde düşünüyordu ki odasının kapısı usulca aralandı. Caner ağır hareketlerle kafasını çevirip kapının eşiğinde duran babasına baktı.

Kemal Ayaydın, üzerinde beyaz bir tişört, altında siyah bir eşofmanla kapıda dikiliyor, oğluna bakıyordu.

"Gelebilir miyim, delikanlı?" diye sordu gülümseyerek.

SıfırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin