XVII. Pişmanlık

153 7 11
                                    

Sarapenko'nun Ezgi'yi ikaz etmesinin üzerinden tam dokuz gün geçmişti ancak ikisi açısından da hiçbir şey değişmemişti, hatta durum daha kötü bir hâl alıyor denebilirdi. Ezgi, aynı çatı altında yaşadığı Sarapenko ile iletişim kurmuyor, bazı ufak tefek cümleler dışında tek kelime bile etmiyordu. Bunun karşılığı olarak, Sarapenko'nun ona olan tavırları da benzer bir seyirdeydi.

İkazın ertesi gününden itibaren birkaç gün boyunca Sarapenko yanında büyük boy valizlerle gelmiş ve onları yatak odasına taşımıştı. İçlerinde ne olduğuna dair Ezgi'nin en ufak bir fikri bile yoktu. Merak etmiyor değildi fakat ilgilenmeyi kendine yakıştıramıyordu.

Diğer günlerde de Sarapenko evden günün erken saatlerinde ayrılıyor ve akşamüstü geri dönüyordu. Geldiğinde Ezgi için yiyecek bir şeyler getirmiş oluyordu ve Ezgi'nin Sarapenko'ya kurduğu cümlelerin büyük kısmını bunlar için ettiği teşekkürler oluşturuyordu. Geriye kalan kısmı ise Sarapenko her gece Ezgi'nin bandajını yenilediğinde, ona ettiği soğuk teşekkürlerden ibaretti. Bunlar dışında Ezgi, Sarapenko'yu yok sayıyor; Sarapenko da Ezgi'ye karşı gittikçe daha soğuk davranıyordu.

Buna karşın Ezgi, kanepeye taşınması hâlinde Sarapenko'nun muhtemel tepkisinden çekindiği için, ikisi hâlâ aynı yatağı paylaşıyorlardı. Sarapenko'nun Ezgi'yi ikaz ettiği günün gecesi, ikisi de yatmaya hazırlanırken, "Beraber mi yatacağız?" diye sormuştu Ezgi yeni fark etmiş numarası yaparak. Sarapenko ona ters ters bakmış ve "Rahatsız olduysan kanepeye git," demişti sadece. Fakat bunu öyle bir sesle söylemişti ki Ezgi ne o gün ne de daha sonra kanepeye gitmeye cesaret edebilmişti.

Bu soğuklukla tam dokuz gün geçiren Ezgi, bu işin sonunun nereye varabileceğini kestirebiliyordu. Gereken güveni hâlâ Sarapenko'ya veremediğini biliyordu, vermek de istemiyordu açıkçası. Böylece Sarapenko'nun planlarını hayata geçirme süreci aksayacaktı, en azından Ezgi bunların bir parçası olmayacaktı. Bataklıktan kurtulup çamur lekesiyle yaşamaktansa dibe batmayı seçmişti. Belki de sırf bu sebepten Yaroslav ile aynı kaderi paylaşacaktı ama yine de kimseye zarar vermemiş olacaktı. Daha da önemlisi, bir katil için çalışmamış olacaktı. Evet, ölecekti belki, ama kim son üç senedir yaşadığını iddia edebilirdi ki? Sarapenko, zaten üç yıl önce mecazen gerçekleşmiş bir şeyi fiili olarak hayata geçirmiş olacaktı, hepsi buydu. Ezgi bu konuda son derece kararlıydı, gerekirse ölecekti ama Sarapenko'nun onu kullanarak cinayet işlemesine izin vermeyecekti. Bir cinayet silahı olmayacaktı.

Ezgi'nin bu kararlı tavrının dokuzuncu gününde, gece yarısına doğru evin dış kapısının kilidinin açılma sesi duyuldu. Ezgi, oturduğu kanepede doğrulup kapıdan içeri giren Sarapenko'ya baktı. Bugün yalnız gelmemişti; yanında büyükçe bir çanta, Madeleine ve Bleu'yü de getirmişti.

Ezgi, Madeleine ile Bleu'nün gelmesinin, Sarapenko'nun ikna çalışmalarının bir parçası olduğunu düşünüp kendi kendine gülümsedi. Bu kez kazanamayacaktı, Ezgi Sarapenko'ya bir zafer daha kazandırmayacaktı.

Bu sırada Madeleine, ona doğru yaklaşıp yanına oturdu. Ezgi'nin ruhsuz gözlerine endişeyle bakarken: "Ezgi, tatlım, iyi misin?" diye sordu en az gözleri kadar endişeli bir sesle. Bütün endişesine rağmen erkek arkadaşının da anlayabilmesi için sorusunu İngilizce sormayı akıl etmeyi ihmal etmemişti.

"Harikayım," dedi Ezgi ölgün tavırlarına alaycı bir tını da ekleyerek. Onun alaycı tavırları üzerine Sarapenko'nun ona attığı ölümcül bakışları görmezden geldi.

Bleu, en az sevgilisininki kadar endişeli tavırlarla Ezgi'nin yanına gelip önünde diz çöktü, sevecen bir tavırla onun dizini sıvazladı. "Neyin var?"

"Bir şeyim yok, gayet iyiyim." dedi Ezgi biraz bile iyi olmayan bir sesle. Sonra ikisiyle de ilgilenmeyi kesip bütün ilgisini tırnaklarına çevirdi. Bunun üzerine Bleu ve Madeleine de endişeli bakışlarını birbirlerine çevirdiler.

SıfırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin