XXI. Söz

70 6 2
                                    

Ezgi, çalışan televizyonun sesini kısarak bir anahtarın kilidinde döndüğünü duyduğu  kapıya endişeyle baktı. Bu evdeki neredeyse yirmi beşinci günüydü fakat hâlâ kapı seslerini tedirginlikle karşılıyordu. Bu belki kendini tam olarak güvende hissetmemenin, belki de kötü tarafa geçmiş olmanın verdiği huzursuzluğun bir sonucuydu. Gelen; onu tekrar kaçırmak, hatta öldürmek isteyen başka bir kötü taraf veya iyiliğin timsali olan Brinson, bir ihtimal yerlerini tespit eden polisler olabilirdi. Kapı sesi, gelene bağlı olarak her türlü sürprize gebe olabilirdi; bu yüzden Ezgi kilit sesinden kapının açılıp gelenin yüzünü gördüğü ana kadarki o kısa zaman dilimini tedirginlikle karşılıyordu. Bu tedirginliğin garip bir sonuncu olarak da karşısında Sarapenko'yu görmek rahatlatıyordu onu. Kendi tarafında olan tanıdık bir surat... Saldırıya müsait bir karargâhta son derece güvendiği komutanını gören acemi bir er...

Sarapenko anahtarı kapıdan çıkarıp kapıyı kapattıktan sonra Ezgi'ye döndü ve ona rahatlamış bir ifade eşliğinde belli belirsiz bir gülümseme ile bakan kıza bakıp gülümsemesine kendi alaycı gülümsemesi ile karşılık verdi. Kısa bir süre önce ona, üzerine tedirginlik bulaşmış bir nefretle bakan ve o gelince yatak odasına kaçan kızın bu aşamaya gelmiş olması büyük bir başarıydı.

"Bu memnuniyet beni gördüğün için mi yoksa sana yemek getirdiğim için mi?" dedi Sarapenko eğlenir gibi bir sesle. Eğilip bağcıklarını çözdüğü ayakkabılarını çıkarıp kapının yanına fırlattı.

"Her ikiniz için de." dedi Ezgi sırıtarak.

Sarapenko yüzünde şaşkın bir sırıtışla kıza baktı. O Türk atasözünün de dediği gibi üzüm gerçekten üzüme baka baka kararıyordu galiba zira Ezgi gün geçtikçe ona benzemeye başlıyordu. Şaşırtıcı bir şekilde arsızlaşmıştı, artık ondan eskisi kadar çekinmiyormuş gibi davranıyordu ve genelde Sarapenko'nun hiç beklemediği cevaplar veriyordu. Bu cevaplar  Sarapenko'nun cevapları kadar cesur olmasa da genellikle onunkiler gibi alay içerikli oluyordu. Ama kız bunları, Sarapenko'nun kendisiyle dalga geçiliyormuş gibi hissetmesine kesinlikle müsaade etmeyen samimi bir duyguyla perdelemeyi çok iyi başarıyordu. Ne olursa olsun, Sarapenko onu gayet eğlenceli bulmaya başlamıştı. Sarapenko için son derece iyi bir ev arkadaşı olacak gibiydi.

"O zaman soğumadan yiyelim de memnun olduğuna değsin." dedi Sarapenko. Elinde poşetle Ezgi'ye doğru yürüdü ve poşeti onun yanına bırakıp lavaboya yöneldi. Ellerini yıkayıp geri döndüğünde Ezgi'yi poşetin içinden kendi ayranını alıp kapağını açmış ve kendi et dürümünü sarılı olduğu kâğıttan sıyırmaya girişmişken buldu. Sarapenko yemek poşeti ikisinin ortasında kalacak şekilde kanepeye otururken Ezgi'nin dürümünden ilk ısırığını almasını yüzünde değişik bir gülümsemeyle izledi. Ezgi'nin ailede geçirdiği toplam sürenin henüz iki ayı bile bulmadığı düşülürse, onun yerinde başkası olsa yemeğe başlamak için kesinlikle Sarapenko'yu beklerdi, üstüne üstlük açtığı ilk ayranı ve yemeği de Sarapenko'ya uzatırdı. Bu kız onlardan değildi,  dalkavukluk bu kızın içine işlememişti. Sarapenko onun bilinçli olarak bu şekilde davranmadığını biliyordu, bu onun doğal hâliydi. Ona çok da sert olmayan bir dille bundan bahsetse kızaran yüzünde kaşları havaya kalkar, ağzında bir "affedersiniz" geveleyip bundan sonra hep ilk yemeği Sarapenko için açardı. Ama Sarapenko onu ikaz etmeyecekti. Bu kız galiba onun karşısında bu kadar pervasızca davranabilen tek kızdı. Ve belki de Sarapenko bu durumu en başından beri asla tahmin edemeyeceği için onun bu tavırlarını eğlenceli buluyordu.

"Sevmediğin hiçbir şey yok mu senin?" dedi Sarapenko soslu dürümünü aşkla yiyen kızı izlerken. Çünkü Sarapenko ne getirirse getirsin, Ezgi hepsini aynı şevkle yiyordu. Hâl böyle olunca o hastalıklı zayıflığından sıradan bir zayıflığa terfi etmesi çok da uzak bir ihtimal olmayacak gibiydi.

SıfırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin