XV. Rica

198 7 2
                                    

Belit, şoförünün açık tuttuğu kapıdan arabaya binerken bütün bu saçmalıklara neden katlanmak zorunda olduğunu düşünüyordu. Onun ailesi ülkenin en zenginlerinden değil miydi, neden bir üniversiteye gidebilmek için her gün bu işkenceye saatlerce katlanmak zorundaydı ki? İnsanlar meslek sahibi olmak için okumuyor muydu? Meslek sahibi olmanın tek amacı da para kazanmak değil miydi? Mirasın tek vârisi olarak onun zaten çuvalla parası vardı. Ailesine ait bütün şirketleri batırsa, üstüne hayatını tüm parayı harcamaya adasa yine de gelecekteki çocuklarına hatırı sayılır bir miktar bırakabilecek kadar çok parası vardı. O hâlde neden o ruhsuz binalara gitmek zorunda kalıyordu, neden o saçma deneme sınavlarına girmek zorunda kalıyordu? En kötüsü, ön yargılarından kurtulmayı asla başaramayan sınıf arkadaşlarıyla neden günde yedi saat geçirmek zorunda kalıyordu? Bütün bu düşüncelerin ağırlığıyla derin bir iç çekti.

Belit arka koltuğa kurulunca şoför kapıyı kapattı ve arabanın çevresinden dolaşıp şoför koltuğuna geçti.

Şoför, Belit'in içinde kopan fırtınalardan habersizdi. Zaten kim haberdardı ki? Oysa Belit'e göre her şey ne kadar gereksiz görünüyordu. Her gün hep aynı saçmalıkları yaşıyordu. Sadece o değil, her insan her gününü aynı yaşıyordu. Her şey gerçekten çok saçmaydı. Kendi hayatına başkalarının isteklerine göre sınırlar çizen, sonra çizdiği sınırlar içinde mutsuzluğun sınırlarını zorlayan tek canlı insan evladıydı.

Belit kafasını kaldırıp havada süzülen bir kargaya baktı. Kendi isteğine göre, dilediğince uçan bir karga... Onu bile kıskandığını hissetti, onun sınırsız yaşamını... İnsan olarak saçma bir derse gitmek zorundaydı fakat bir karga olsa Lawrence'a doğru kanat çırpabilirdi. Bu sefer daha da derinden iç çekti.

Karga süzülüp görüş açısından çıkınca Belit hiç hareket etmediklerini fark etti. Niye yola koyulmamışlardı? O çok önemli dersine geç kalacaklardı şimdi.

Belit, neler olduğunu anlamak için gözlerini dikiz aynasına çevirdiğinde gördüğü şey, şoförün de dikiz aynasından ona bakmakta olduğu oldu. Adamın gözlerinde oldukça gergin ve endişeli bir ifade vardı. Bir şey demek istiyor da cesaret edemiyor gibiydi.

"Bir sorun mu var?" diye sordu Belit.

"Şey, evet." dedi adam gergin bir tavırla, rahatsızca direksiyonu kavrayarak. "Aslında Belit Hanım, müsaade ederseniz sizinle bir şey konuşacaktım." diye devam etti tereddütle.

Belit onun kendisine "hanım" diye hitap etmesi üzerine bir kez daha yüzünü buruşturdu. Şoförü neredeyse babasıyla yaşıttı ve defalarca söylemesine rağmen ona bu şekilde hitap etmekten vazgeçmiyordu. Aslında Belit sevgili ailesini düşününce ona hak vermeden edemiyordu ama yine de bu durumdan hoşlanmıyordu. "Evladım" bile dese çok daha uygun olurdu Belit'e göre. Bu yüzden adam ne zaman ona bu şekilde hitap etse Belit yüzünü buruştururdu ve şoför de onun bu tepkisini görmemiş gibi yapardı.

"Evet, buyurun, sizi dinliyorum." dedi Belit şoförün hitabına gereken tepkiyi gösterdikten sonra. Şoför konuya girebilmiş olmanın rahatlığıyla, ilk gerginliğini üzerinden atmış gibi belli belirsiz bir heyecanla koltuğunda Belit'e doğru döndü.

"Benim bir kız kardeşim var. İşte, onun aile meseleleri var, biraz karışık. Neyse, işte onun çocuğunu, yani yeğenimi, her gün ablasından alıp annesine bırakmam gerekecek. Yalnız bunu yapmam gereken saatler tam sizin okula bırakılma saatinize rastlıyor." Adam duraksayınca Belit ona şüpheyle baktı. Bu konuşmanın nereye bağlanacağını kestiremiyordu. Adam ona "sen kendin git" demeyecekti herhâlde!

"Yeğenimi almam gereken yer tam sizin okul yolunuzun üzerinde ve yeğenim de kendi başına gidemez. Şey, ben size şunu soracaktım: Acaba yeğenimi sizi kursa bırakırken alsam, sizi bıraktıktan sonra da onu annesine bıraksam... sizin için bir mahsuru olur mu?"

Belit, küçücük bir istek için sanki hayat memat meselesiymişçesine gerilen şoförüne buruk bir gülümseme eşliğinde baktı. Hayat zaten yeterince anlamsız ve zordu. Bir de olumsuz yanıt verip bu adamın işini daha da zorlaştırmanın bir mantığı yoktu. Zaten bir çocuğun ona hiçbir zararı dokunmazdı. Büyük olasılıkla dayısının yanında oturur, yol boyunca çıtını bile çıkarmaya cesaret edemeden öylece dururdu.

"Benim için hiçbir mahsuru yok." dedi Belit sadece. Adamın mutlu olmasını beklerken hâlâ rahatsız bir ifadeyle bakındığını görünce onu devam etmeye teşvik edercesine kaşlarını kaldırdı.

"Şey, yalnız..." diye başladı adam. "Ailenizin haberi olursa..." Cümlesine devam edemedi.

Belit sırıttı. Ailene hiçbir şey söyleme... İşte bu işin en eğlenceli kısmı olacaktı. Belit sevmediği ailesinden gizli kapaklı işler yapmayı, ailesini sevmediği kadar çok seviyordu. Gizli iş ne olursa olsun, bu onun kendini tatmin ediş, ailesinden intikam alış şekliydi.

"Kimsenin haberi olmaz. Bundan emin olabilirsiniz." dedi bu kez zevkle gülümseyerek.

Adam buna karşılık olarak öyle bir gülümsedi ki çehresi ışıklar saçmıştı sanki. Belit onun hayatını kurtarmış gibiydi. Adamın omuzlarından büyük bir yük kalktığı belliydi, kim bilir kendi evinde adama nasıl baskı yapmışlardı.

"Çok teşekkür ederim, Belit Hanım! Bu iyiliğinizi hiç unutmayacağım!" dedi. Önüne döndü, arabayı çalıştırıp yola koyulurken kendi kendine bir melodi mırıldanıyordu.

Belit, yüzünde candan bir gülümsemeyle camdan dışarı bakmaya koyuldu. Araba yol alırken içindeki birini mutlu etmenin verdiği sevinç de yavaş yavaş sönmeye başladı. Milyonlarca gereksiz, saçma şeyin içinde Belit'in en gereksiz, en saçma buldukları okullar ve kurslardı. Bunlar bir günü berbat etmek için tek başına yeter de artardı bile. Belit tekrar karga olmak istediğini düşündü. Karga olmak istiyor ve Lawrence'a doğru uçmak istiyordu.

SıfırHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin