Aklıma ilk gelen şey anahtarın "gizemli odaya" ait olabileceğiydi. Hani Doruk'un odasının yanında olan ve girmeme katiyen izin vermediği o oda...
Doruk'un eve gelmesine daha çok olduğuna güvenerek bie çılgınlık yapmaya karar verdim. Anahtarı alıp hemen merdivenlerden yukarı çıkıp odanın kapısına gittim. Kilidi anahtar deliğine sokmaya çalışırken ellerim o kadar çok titriyordu ki ancak birkaç denemeden sonra kilide sokabildim.
Çevirmemle birlikte gelen klik sesiyle kapı açılırken heyecandan neredeyse dizlerim boşalacaktı.
Kapıyı ardına kadar açtım. Geçen seferki girişimin aksine bu sefer ev boştu ve rahat rahat her yeri inceleyebilirdim. Öncelikle dolaplara yöneldim. Açıp baktığımda içindeki askılarda asılı olan kadın kıyafetlerini gördüm. Hepsi eski ve tozlanmıştı. Her kime aitse bizim yaşımızda olmadığı kesindi. Daha çok otuzlu yaşlarında birinin giyeceği tarzdı. Bana verdiği kıyafetlerdendi ve muhtemelen aynı kişiye aitti. Ancak hala o kişinin kim olduğunu anlayamamıştım.
Odada nefes alamadığımı fark ettikten sonra camı açmaya karar verdim. İçeride yıllardır girilmemiş gibi bir havasızlık ve yoğun bir toz kokusu vardı. Camı açtıktan sonra duvardaki fotoğraflar ilgimi çekti.
Bir tane çerçevede bir düğün fotoğrafı vardı. Takım elbiseli bir damat arkada gülümserken önündeki süslü sandalyede gelinliğiyle oturan oldukça zarif bir kadın vardı. Kadının sarı saçları, anlamlı bakan çok güzel gözleri vardı. Öylesine büyüleyici ve güzeldi ki ne kadar süre ona baktığımı bilmiyorum. Arkasında duran damadın da yüzünden mutluluğu okunabiliyordu. Birbirini çok seven bir çift diye düşündüm içimden. Belki de bu evin sahipleridirler.
Ardından bir diğer çerçeveye baktım. Yine aynı çiftin bir karesiydi. Bir masada arkadaşlarıyla oturmuşlardı. Habersiz çekildiği oldukça belli olan fotoğrafta kadın muhtemelen masada yapılmış bir espriye gülüyordu diğer herkes gibi. Adam da gülüyordu. Fakat espriye değil. Gülerken kadına bakıyordu ve gülüyordu evet. Adamın gözlerinin içi gülüyordu. Adeta kadının gülüşüne aşıktı adam.
Bir sevgi diye düşündüm. Nasıl bir sevgi ki fotoğraf karelerinden dahi anlaşabiliyordu ?
Acaba hayatımda hiç kimse beni bu denli sevecek mi diye düşündüm. İşin aslı içinde bulunduğum bu evi de düşününce. Hayatım nereye gidiyordu. Bunları yaşamak için öncelikle normal hayatıma kavuşmam gerekti. Buradan kurtulabilecek miydim ? Tekrar normal bir hayata dönebilecek miydim ? Bunları düşünürken aklıma düşen soru o kadar ağırdı ki gözlerimin yaşarmasına sebep oldu. Her şeyden önce, bu evden sağ çıkabilecek miydim ?
Gözlerimden bir damla yaş sessizce süzülürken kafamdaki düşünceleri dağıtmak için bir diğer çerçeveye yöneldim.
Anne, baba ve bir çocuk... Çiftimiz bu sefer de çocukları ile poz vermişlerdi. Tahmini 4-5 yaşlarında olan çocuğa önce bir baktım.
İlk bakışta sıradan biriymiş gibi görünse de detayı fark etmem saniyelerimi aldı. Bir şey vardı, fark etmeliydim. Nasıl kaçırırdım bu detayı!
Az kalsın gözümden kaçacak olan bu şeyi fark etikten sonra nefesim kesildi.
"Bir yerde okumuştum insanın hayatı boyunca tek değişmeyen yeri gözlermiş." Haklıymışlar.
O derin deniz mavisi gözleri nerede görsem tanırdım. O küçük çocuk Doruk'tan başkası olamazdı. Fotoğrafı elime alıp daha da yakından baktım. İnanılır gibi değildi. Hep uzun boyu ve kendince bir ağırlığı ile zihnime kazınmış olan bu çocuk şu an elimdeki fotoğrafta küçücüktü.
Yıllar ne denli büyütüyordu insanı. Lakin bazı şeyler hiç değişmiyordu. Bakışları gibi mesela.
İlk baktığımı düğün fotoğrafına tekrar ve bu kez daha dikkatli baktım. Oradaki gelinlikli kadına ne kadar da çok benziyordu. Annesi olmalı diye düşündüm. Kadının beni derinden etkileyen gözlerine baktığımda şimdi her şeyi anlayabiliyordum. O güzel mavi gözlerini annesinden almıştı. Tıpkı o bakışlara sahipti.
Fakat bir sorun vardı ki ben onun anne babasıyla tanışmıştım. Kesinlikle bu insanlar değillerdi. Benzerliğe baktığımda bu kadının annesi olduğuna emindim fakat eğer bunlar gerçek ailesiyse benim tanıştığım insanlar kimdi ?
Bu kez çok daha büyük bir soru işareti beynimde oluşurken, bir anda bundan çok daha büyük bir sorunum olduğuna işaret eden bir ses duydum.
Bir nefes alışverişi sesi. Hızlı ve sinirli olduğunu belli eden bir nefes alışveriş sesi...
Kafamı çevirdiğimde kapının başında bekleyen Doruk'la göz göze geldik. O kadar sinirliydi ki burnundan soluyordu.
Onu çok kez sinirli görmüştüm. Fakat bu en kötüsüydü. Bu kez öfkeye karışık farklı duygular da vardı içinde.
Korkudan dizlerim titriyordu. Birkaç saniye ikimiz de bir şey demeden sadece bakıştık.
Ardından görünüşüne çok zıt bir şekilde çok kısık ve sakin bir ses tonuyla konuştu.
" Sana o elbiseyi bir daha giymeyeceksin dememiş miydim?" Bu sakinliği fırtına öncesi sessizlikti. Hissediyordum. Kendimi toplayıp konuşmam uzun zaman aldı.
"Sorun... Sadece elbise mi"
Bunu dememle birlikte gözleri resmen bir alev misali parladı ve hızlı yanıma koştu. Üstüme geldiğini gördüğümde korkup geri çekilmeye çalışırken beni yakamdan tutup sertçe duvara yapıştırdı.
Gözlerinde, derinliklerde küçücük de olsa bir merhamet aradım fakat hayır. O sevdiğim Doruk gitmiş, yerini o psikopata bırakmıştı. Artık tamamen savunmanızdım. Yine bir canavara dönmüştü. Çok korkuyordum.
"Ben.. Ben özür dilerim" dedim titrerken.
" Buraya girmemeliydin. Buraya asla girmemeliydin." Derken başını sağa sola sallıyordu.
"Ona o kadar çok benziyorsun ki" dedi yüzünde mutluluktan uzak çarpık bir gülümseme belirirken.
"Aynı elbise, aynı oda" bir süre sustu.
"Ama ben seni uyardım" deyip cebinden bir şeyi çıkardı. Ne olduğuna bakamayacak kadar korkuyordum.
"Sana defalarca söyledim" dedi elindeki şeyi tenime yaklaştırırken.
Hissettiğim o tanıdık his elindekinin ne olduğunu anlamama yetmişti.
Şu sıralar o kadar çok haşır neşir olmuştum ki bıçaklarla... Artık tanıdık hale gelmişti.
"Ona bu kadar benzeme" dedi bıçağı üzerimde gezdirirken.
"Bana hatırlatma" dedi.
"Onun yaptığı şeyleri yapma. Ona benzeme." Derken dalmıştı. Neler düşündüğünü çok merak ediyordum.
"Herkes ona benziyor, seni farklı sanmıştım oysaki." Deyip sustu. Hala dibimdeydi ama kafasını başka yöne çevirdi.
"Lanet olsun herkes ona benziyor" dedi. Ama bu bana değildi. Daha kısık bir sesle sanki kendine söyler gibiydi.
İlgisinin dağılmış olmasından faydalanıp konuşma cesareti buldum.
"Doruk ben sana bir şey yapmadım."
Sesime hic aldırış etmedi. Sanki hic konuşmamışım gibi.
Ne yapacağı belli değildi. Gözü dönmüştü. . Bir şeyler yapmalıydım. İçinde bir yerlerde hala o Doruk olduğunu biliyordum. Onu çıkarmalıydım. Denemeliydim.
"Sana ne yaptı ?" Dememle bir anda bana döndü. Gözlerimin içine baktı.
"Ne dedin ?"
"Annendi öyle değil mi?" Dedim. Vaktim azdı ve kafamdaki puzzle in parçalarını hızla birleştiriyordum.
İçinde bulunduğumuz bu durumu tamamen yoksayarak şevkat dolu bir sesle
"Sana ne yaptı Doruk, seni incitti mi" deyip elimi yanağına götürdüm.
Şu an ana bıçak tutuyor olmasına karşın ona sinirli değildim. Bir şey olmalıydı. Onun içinde nasıl biri olduğunu biliyordum. Bir şeyler yaşamış olmalıydı. Kötü bir şeyler.
Elimi hızla itti ve benden uzaklaştı.
Ellerini saçlarına götürdü.
Zihninde bir şeylerle savaşır gibiydi.
Biliyordum. Onun zihni, anılarla dolu bir savaş alanıydı.
"Sus" diye bağırdı. Gözleri dolmuştu.
"Bana bunu yapma. Br iyi davranıp bir hayal kırıklığına uğratma. Yapma. Onun gibi olma" diye bağırdı
Artık gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
Uzun bir sessizlikten sonra yine sinirli kişiliğine büründü.
"Neler olduğunu mu bilmek istiyorsun ha" diye kükredi. O kadar çok bağırıyordu ki kulaklarım çınlıyordu.
"Peki" diyerek kahkaha atmaya başladı.
Komik bir şeye gülerken attığınız bir kahkahadan çok daha farklı bir kahkahayaydı bu. Sinirden gülüyordu. Adeta delirmişti.
"Madem bu kadar çok istiyorsun sana bilmek istediğini anlatayım. " dedi deli gözlerle
"Fakat buna pişman olacaksın"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIKLAR ALTINDA
Random-UNUTMA Kİ KARANLIĞIN İÇİNDEYSEN HER RENK SİYAH GÖRÜNÜR "Her şey sıradan bir şekilde başlamıştı oysaki... Kimse sonunun böyle olabileceğini tahmin edemezdi." O derinlerde çok derinlerde kimsenin tahmin edemeyeceği kadar iyi... Yalnızca küçükken yaşa...