"Goooool! Helal beee."
Bu da neydi şimdi. Yatağımdan doğruldum ve telefonumu yastığımın altında aradım. Telefonun ekranı gözlerimi alırken saate baktım. 23.15'di. Ayağıma kahverengi Peluş ayıcıklı ev ayakkabılarımı geçirip aşağıya salona indiğimde kesinlikle karşılaşmayı beklediğim şey omuz omuza vererek Galatasaray-Fenerbahçe derbisini izleyen bir adet Bora ve bir adet de Yankı değildi. Normal olarak şaşırdım. "Noluyor burada ya. Bi uyutmadınız." Bora sözlerimi hiç takmazken Yankı kafasını çevirip sırıtarak beni süzdü ve tekrardan tüm dikkatini ekrana verdi. Şuan gerçekten Peluş ayakkabılarım, toz pembe tavşanlı pijama takımım ve bağımsızlığını ben uyurken ilan etmiş olan dağınık topuzumla tam bir rezilliktim. Umurumda mıydı peki? Tabii ki de HAYIR.
Kaçan uykumu da yanıma alarak tekli koltuğa oturdum. Bugün çok yorulmuştum ve dokuz gibi uyumuştum. Ama sandığınız gibi tavuk falan değilim sadece ultra yorgundum. Bitiş düdüğü çaldığında Yankı ve Bora erkekçe tokalaştıklarında ve birbirlerini tebrik ettiklerinde istemsizce gözlerim yaşardı. Ne kadar da duygusal bir sahnenin ortasındaydım. Fenerbahçe forması Bora'ya çok yakışmıştı ama hiç yalan söyleyemeyeceğim Yankı'ya Galatasaray forması bir başka yakışmıştı. Evet,cimbomluyum selamlar.
Yankı ayaklandı ve kapıya doğru adımladı. Bora'da Yankı'yı uğurlamak için kapıya gittiğinde hiç oralı olmadım. "İyi geceler." Kulaklarım Yankı'dan işittiği sözle şaşkınlığa uğrarken bende "iyi geceler."dedim. Yankı'yı anlamak zordu. Bazen oldukça kibar ve samimi davranırken- aynı kolyemi bana verdiği gece olduğu gibi -bazen de çok kaba ve ukala oluyordu. Kafam karmaşıklıklarla doluydu. Yani Yankı'yla çoğu zaman anlaşabileceğimi düşünürken çoğu zaman da sanki uzak dursam daha iyi olurmuş gibi geliyordu.
Bora'nın gözlerimin önünde salladığı eliyle düşüncelerimden sıyrılarak kendime geldim. "Yankı'ya karşı neden soğuksun. Bir şey mi yaptı sana?" Sanırım Bora'nın abilik damarı kabarmıştı. "Bana yaptığı bir şey yok da daha onu tam çözemediğim ve hakkında pek bir şey bilmediğim için fazla samimi olmak istemiyorum diyelim." Bora anlayışla beni dinledikten sonra "Yankı'yı tanıyalı daha birkaç hafta oldu ama iyi çocuk."dedi. Bundan hiç şüphem yoktu çünkü Yankı iyi biri olmasa,Bora onu bu kadar kısa sürede eve maç seyretmeye çağırmazdı.
Odama çıktım ve vakit kaybetmeden bilgisayarı açtım. Arama motoruna Yankı Akın yazdım ve arattım. Belki geçmişine dair bir şeyler bulabilirdim. Karşıma çıkan sonuçlara tek tek baktığımda biri dikkatimi çekti.
"8 yaşındaki Küçük Yankı, sokak sokak annesini arıyor." Başlığın altındaki tarih 2000 senesine aitti. Tam 16 yıl öncesine.Haberi okumaya devam ettim.
"...Mahallesinin sakinleri geçen günlerde trajedi dolu bir olay yaşadı. Mahalle sakinleri,daha önce hiç karşılaşmadıkları küçük bir oğlan çocuğunun gözyaşları içerisinde elinde genç bir kadın fotoğrafıyla 'annemi gördünüz mü?'diyerek kapı kapı kaybolan annesini aradığını anlattı... Adının Yankı olduğunu öğrendikleri küçük çocuğu ve kardeşini bir geceliğine misafir eden mahalleli yetkililere haber vererek üstlerine düşen görevi yaptıklarını belirtti..." Okuduklarım karşısında şok olurken acaba gerçekten benim aradığım Yankı'dan mı bahsediyorlar diye düşündüm. Haberin galerisini açtığımda kucağında bir fotoğraf tutan küçük oğlan çocuğuyla onun arkasında endişeli gözlerle poz veren daha küçük bir kız çocuğuyla karşılaştım.
Fotoğrafı oğlanın gözlerine doğru büyülttüm. Aynı bakışlar,aynı derinlik ve kahverenginin aynı tonu. Bu kesinlikle Yankı olmalıydı. Düşündüm...Eğer gerçekten de Yankı'ysa o zamanlarda geçirdiği karanlık günleri düşündüm. Savunmasız bir çocuğun haykırışlarını düşündüm. Belki de bu ani duygu ve davranış değişikliklerinin nedeni buydu,çocukken yaşadıkları.
Peki ama şimdi her şey düzelmiş miydi? Annesine kavuşabilmiş miydi küçük Yankı'nın yaralı kalbi ve kardeşinin ürkek yüreği... Kafam tüm bunları algılamakta zorlanırken yanağıma düşen bir damla yaşın soğukluğunu hissettim. Acaba Yankı'nın minik yanağına kaç milyon damla yaş düşmüştü. Kaç gece yanağından bedenine yayılan soğukluk annesinin yokluğunu hissettirmişti ona.
Bilgisayarın saatine baktım. Saat üç olmuştu ve yarın işe gidecektim. Aklımdaki düşünceleri kovmaya çalışarak yatağa girdim. Belli olmuştu; bugün uzun bir süreden sonra kendim için değil,minik Yankı için ağlayacaktım. Onun acısını kendi yüreğimde hissederek uykuya dalacaktım.
***
Aynanın karşısında son kez kendime baktım. Kahverengi,uzun saçlarımda dolaştırdım ellerimi.Hayat bu kadar acımasızdı işte. Onca yaşanan kötü olaylara rağmen yüzüne yerleştirdiğin sahte gülümsemeyle yeni güne başlamak zorundaydın. Çantamı aldım ve aşağıya kahvaltıya indim. Teyzem masaya oturmuş çoktan kahvaltıya başlamıştı. "Günaydınlar efendiiiim." Teyzem içten gülümsemesiyle bana karşılık verdiğinde sandalyeye oturarak "Bora yok mu?"dedim. "Erkenden çıktı bugün. Bir kaç işi varmış." Anlaşılan bugün tek gidecektim Cadı Kazanı'na.
Motoruma atladım ve sahil yoluna doğru sürdüm,benim yoluma. Sahil yoluna gelince hızımı yavaşlattım,denizi hissetmek hoşuma gidiyordu. Sonra biraz dalgaları seyretmek istedim. Motoru durdurdum. İskelenin ucuna gelince oturdum. Sabah saatleri olduğu için pek kimse yoktu sahilde.
İlkokuldayken öğretmen "Bir hayvana dönüşme şansınız olsaydı hangi hayvan olmak isterdiniz?"diye sormuştu,bende balık olurdum demiştim. O zamanlar balık olmayı istiyor oluşumun nedeni sürekli yüzüyor olmalarıydı. Tebessüm ettim ister istemez. Aynı soruyu şimdi sorsalar yine aynı cevabı verirdim. Balık olmak isterdim,turuncu bir Japon balığı. Aradan geçen yıllar balık olmak isteyişimi değiştirmese de nedenini çok fazla değiştirmişti. Japon balıklarının hafızaları çok kötüydü. Yaşadıkları şeyleri bir kaç saniye sonra unuttuklarını okumuştum bir yerde. İşte yeni nedenim buydu. Ânı yaşamak ve bir sonraki âna ulaşamadan her şeyi unutmak.
Yaşadıklarımı unutmak için çok fazla nedenim vardı.Acılarım ve hayal kırıklıklarım içime sığmaz olmuştu mesela. Annemin elmalı kurabiyelerinden uzun bir zamandır yiyemiyordum ve bir daha hiç yiyemeyecektim ya da babamla balık tutmaya gidemeyecektim.
Arkamdan bana yaklaşan ayak seslerini duyduğumda kafamı arkaya doğru çevirdim. Yetmiş yaşlarının başında,oldukça yaşlı görünen, beyaz saçlı bir kadın bana doğru geliyordu. Yanıma oturdu ve bakışlarını üzerimde dolaştırdıktan sonra dalgaları seyretmeye başladı. "Bu saatlerde deniz fazla dalgalı olmaz evlat. Ama şimdi görüyorum ki çok fazla dalgalı deniz. Ona kustuğun gerçekler bu kadar acımı güzel kız?"
Hiç beklenmedik bir anda, beklenmeyen ve tanınmayan bir insandan yöneltilen bu soru karşısında sessiz kalmayı tercih ettim. Yaşlı kadın sanki kafamda dolaşan düşünceleri anlamış gibi kafasını olumlu anlamda salladı ve dudaklarını araladı.
"Anladım evlat,içindeki acının boğazına ne derecede düğüm olduğunu anladım. Hadi,gitme vakti artık senin için. Biraz sonra çıkacak tsunamiye dayanacağını sanmıyorum;çünkü ben bile kendi acı tsunamime kapılıp gitmekten korkuyorum."
Şaşırmış bir şekilde kafamı salladım ve tüm acılarımı da yanıma alarak motoruma koştum.İşte şimdi anlayabiliyordum bu yola aşık olma nedenimi. Bu yolun bir genç kızı vardı; deniz. Ve ben bu yoldan her geçişimde onunla dertleşiyordum. Kalbimin bardağından taşan su damlaları onun bedeninde dev dalgalara dönüşüyordu. Ben acımı paylaşırken,onun acısına belki de hergün yüzlerce insan kendi acılarını da ekliyordu.O bir örnekti her yaralı yürek için. O insanlara umut olmayı seçmişti. Durgun sularında hayat bulan acılar,dalgalara dönüşüyordu. Dalgalar onu büyütüyordu ve ayakta kalmayı başarıyordu. Acıların büyüttüğü o genç kız, bu yoldan her geçişimde beni de büyütüyordu. Kokusuyla,sesiyle,gözlerimi kapattığımda hissettirdiği varlığıyla. Teşekkürler dert ortağım...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SU KUŞU
Novela Juvenil... İlkokuldayken öğretmen "Bir hayvana dönüşme şansınız olsaydı hangi hayvan olmak isterdiniz?"diye sormuştu,bende balık olurdum demiştim. O zamanlar balık olmayı istiyor oluşumun nedeni sürekli yüzüyor olmalarıydı. Tebessüm ettim ister istemez. Ay...