18.Bölüm: "Okul"

180 21 15
                                    



Sabah erkenden kalkıp okul için güzelce hazırlanmıştım. Yedek okul tişörtümü giyip altıma siyah bir pantolon giymiştim. Havalar gitgide iyiye gitmeye başlamıştı ama bir de üşütüp hastalık çekmek istemiyordum.
Çantamı hazırlayıp lavaboya gittim. Saçlarımı güzelce taradıktan sonra kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa indim. Öncelikle çayı koyduktan sonra masayı silip kahvaltılıkları yerleştirmeye başladım. Çay bardaklarını koyarken annem gelmişti. Gülümseyerek bana yardım ederken "Günaydın," diyerek şakıdım. Oda, "Günaydın," diyerek karşılık verdi. Abim de sofraya gelirken, harika bir kahvaltı sofrası hazırlamıştık ana kız. Bol bol sohbet ederken annem, tekrardan bana ne olmak istediğimi sordu sayısal bölümü okuyordum ve ikide bir hedefimi değiştiriyordum. Ama bu sefer kesin bulmuştum ne olacağımı. Psikiyatrist olmak istiyordum. İnsan psikolojisini öğrenmek, herkesi anlayabilmek ve tedavi etmek istiyordum. Psikolog değil, psikiyatrist olmaktı artık hedefim. Tıpta işin içindeydi hem. Bu kararı vermemdeki en büyük kaynak o evdeki kimsesiz çocuklar olmuştu. İnsanlarin ne düşündüğünü, aklındakileri duymak hissetmek istemiştim.
Üçümüz birden, yürüyerek okula gidiyorduk. Yoldan geçenleri, adım gibi bildiğim her sokağı yeni görüyormuş gibi yeniden inceliyordum. İnsanlara bakıyor, temiz havayı sık sık içime çekiyordum. Kötü günleri başımdan geçenleri unutmak istiyordum.
Okulun giriş kapısından, hep birlikte içeri girerken neredeyse tüm gözler üzerime dönmüştü. Bunun nedeninin ne olduğunu biliyordum. Zaten bizim okulda ne olsa, anında duyulur bir sürü söylenti çıkardı. Şimdiden duyabiliyordum hakkımda neler söylediklerini.
Annem, "Ben müdür yardımcısının odasına gideyim kızım. Siz dersinize girin. İyi dersler," diyerek abim ile beni sınıfımıza uğurladı.
Sınıfa gelmiş kapısından tam içeriye girecekken, Sera'yı görmem ile ona döndüm. "Bir şey mi oldu?" dedim yüzümde mimik oynatmayarak. Bazen arkadaşlarım, soğuk olduğumdan bahsederdi. Hatta bir keresinde birisi bana "Seni daha farklı biri sanıyordum," demişti. Hiç unutmuyordum ama ben sadece samimi arkadaşlarımla eğlenmeyi seviyordum.
"Herkesin kaybolduğundan haber var ve geri döndün diye bir şey yapmak istemişler," dedi beni sınıfa iterek. "Kızlar!" diye bağırınca iki kız yanıma gelip kolumdan tutarak zorla sıraya otutturmuştu. Sonra sınıfça hep bir ağızdan güzel mesajlar aldım. 'Hoş geldin' ne zaman sınıfça böyle kaynaşmıştık ki biz? Ben ne ara böyle sevilmiştim bilmiyordum ki? Sera'nın değişimine de inanmıyordum. Ne olmuştu başka? Merak ediyordum. Belki beni en kötü etkileyen yanlarımdan birisiydi: merak etmek.
Kızlar, etrafımdan bir anda dağılırken sınıfa öğretmenin girdiğine anladım.
"Günaydın." Tok ses sınıfa yayıldığında hep bir ağızdan "Sağ ol" diyerek yerlerimiz oturduk.
Öğretmen yoklamayı alırken, "Gizem Demirdağ burada mı?" diye sordu.
"Burada." dedim, ayağa kalarak. Sınıfı bir sessizlik kapladı o anda. Gözler üzerimdeydi, hissedebiliyordum.
Öğretmen, "Neredeyse bir aydır neden okula gelmiyorsun?" diye sordu.
Ne diyecektim ki öğretmene? Merakım yüzünden bir çukura düştüm mü? Kaçırıldım mı? Yoksa kayboldum mu?
Kelimeleri aklımda toparlayarak konuştum. "Kaza yüzünden, geçici bir hafıza kaybı geçirmiştim." İşte bunu kimse bilmiyordu işte. Çoğu kişi kaybolduğumu ve arandığımı biliyordu sadece.
Hoca, "Geçmiş olsun," derken "Teşekkür ederim," diyerek yerime oturdum. Ders Kimya'ydı. Defterlerimi ve kitaplarımı açıp ders boyunca öğretmeni dikkatlice dinledim. Çok fazla eksiğim vardı ve bu bir şekilde tamamlanmalıydı.
Tenefüs zili çaldığında bir kaç kişi etrafıma toplanmıştı. Soruları dur durak bilmiyordu. Sadece birkaç soruya cevap vermiştim.
"Gerçekten hafıza kaybı geçirdim."
"Hayır, hayır evden kaçmadım."
"Pardon, geçebilir miyim?"
Kitaplarımı ve kalemimi elime aldıktan sonra aralarından sıyrılıp sonunda kantine doğru ilerledim. Sabahleyin kahvaltı yapmıştık bu yüzden aç değildim ama fazlasıyla canım sıkılıyordu. En yakın arkadaşım diyebileceğim kimse olmadığından yanlız takılıyordum. Ne kadar dert etmemeye çalışsamda yoktu işte.
Kantinin uzun sırasına girip üşenmeden kendime bir latte aldım ve sonra boş masalardan birine oturdum.
İlk teneffüs diğerlerine göre daha uzundu. Kahvemi içip derslerimle ilgilenmeliydim. Bunlardan başka ne işim olabilirdi ki benim?
Kahveyi ellerimin arasına alıp sayfasını açtığım kitaba baktım. En son işaretlediğim sayfanın yan sayfasını en baştan okudum. Biyolojinin sözel kısımlarını çalışıyordum ve iyi ezber yapmalıydım.
Gözlerimi kapatan aniden ortaya çıkan kocaman ellerle duraksadım ve o an ki refleksle elimdeki kahve bardağını devirdim. Sandalyeden kalkıp geri çekilirken gözlerimdeki eller çoktan çekilmişti. Kitaplarımı kahve olmasın diye kenara koyarken, kantinden kuru mendil alıp yanıma geldi. Seçkin, masayı ve ellerimi silmeme yardım ederken aniden bileğimi tuttu. "Beni korkuttun," diye söylendim yalancı bir öfkeyle.
"Özür dilerim," dedi bileğimi bırakıp mendilleri çöpe atarken. Suçlu olduğunu kabul ediyordu.
"Ne yapıyorsun burada?" kitaplarımı işaret ediyordu. "Biyoloji mi? Hiç olmadı bu," dedi yüzünü ekşiterek. Onun bu hâline gülümsedim. "Çalışmam gerek, biliyorsun. Yoksa üniversite kazanamayacağım."
Karton kahve bardağını çöpe atıp, kitaplarımı ve kalemliğimi eline aldı. Ne yaptığına anlam veremezken 'ne yapıyorsun der' gibi baktım.
"Gidelim?"
"Nereye? Şimdi zil çalacak zaten, bahçeye hiç çıkamam ki."
"Sınıfa kadar seninle geleyim o zaman?"
"Peki, öyleyse."
Birlikte, bizim sınıfa üçüncü kata doğru yürümeye, merdiven çıkmaya başladık. Okulumuz dört katlı ve eski bir binaydı. Fakat eğitimi çok iyiydi.
İkimizin arasında bir şey fark etmiştim aslında. Önceden olsa, beni gördüğü ilk yerde "Abin nerede?" cümlesini kullanır, hâlimi hatrımı hiç sormazdı. Şimdi ise eskiden istediğimin tam tersi olmuştu. Benimle ilgilenmesini eskisi kadar umursamaz olmuştum. İstiyor muydum? Bilemiyordum.
"Ee daha daha nasılsın bakalım?" diye sordu aramızdaki sessizliği bozarak.
"İyiyim, iyiyim," dedim onu sormadan. Öğretmenler zili bile çalmıştı. Koridorda sadece ikimiz vardık. Bir an önce sınıfs girmek istiyordum.
"Teşekkür ederim," dedim elinden kitaplarımı alıp.
"Bir şeye ihtiyacın olduğunda beni bul. Hangi sınıf biliyorsun." Bana resmen çapkın çapkın göz kırpmıştı.
Ona bir gülümseme bahşedip sınıfa girdim ve yerime oturdum. Öğretmen anında sınıfa girerken tam zamanında dedim kendi kendime.
İki dersi olan kimya dersi, öğretmenin dört sayfa yazı yazdırmasıyla son bulmuştu. Tenefüste ders programını terkardan yazıp sıramda kös kös oturmuştum. Sınıftaki kızların ise hakkımda bazı dedikodularını duyuyordum. Nereye gitmiş? Ne yapmış? Sorularından gına gelmişti.
Kimya dersinden sonra ders, ingilizce ile devam ediyordu. Bu dersi seviyordum.
Diğer tenefülerde her zamanki gibi geçmişti. Yine sıramda oturmuş, sıkılıyordum, ders çalışmaya çalışıyordum. Sera da iki kez yanıma gelmişti. Dışarı çıkalım, gezelim diye. Israrla reddetmiştim.
Nihayet, öğlen yemeği gelmişti. Sınıftan çıkarken, kapıda Seçkin'in beni beklediğini gördüm. Beni görünce hemen bana el sallamış, yanıma gelmişti.
"Hayırdır?" dedim gülümseyerek.
"Abim yok mu?"
"Küçük yalnız bir kaçamak" dedi, elimi omzuna atarken. Bu hareketine karşılık yüzüne baktım. O gülümsüyordu ama ben rahatsız olmuştum. Yakın temaslardan genellikle pek hoşlanmazdım.
"Nereye gidiyoruz?"
"Bundan sonra," dedi yüzüme bakarak. "Birlikteyiz. Kardeşimin kardeşi, benim de kardeşimdir."
Yine, eskiden olsaydı, kalbime bir hançer gibi saklanırdı bu kelimeler. Ama şimdi, ne bileyim eskisi gibi etki etmiyordu işte.
"Gözleme sever misin?"
Öğlen yemeğiydi ve birlikte okulun bahçeşine gelmiş, yavaş yavaş yürüyerek ilerliyorduk. Beni nereye götürüyordu?
"Patatesli?" dedi, ben cevap vermeyince soru sorar gibi.
Kafamı onaylarcasına sallarken gülümsedi. Abime kısa bir mesaj çektim, beni merak etmemesi için. Bu aralar fazla hassaslardı çünkü. Seçkin ile birlikte yürürken, düşüncelere dalmıştım. Neden çevremdeki herkes bana bir anda iyi davranmaya başlamıştı? Aklım almıyordu.
Beş dakika yürüdükten sonra gideceğimiz yere gelmiş bulunmaktaydık. Burayı biliyordum ama daha önce bir şey yiyip içmemiştim. Bu onun sayesinde, onunla birlikte yaptığımız şeyler arasında ilklerden biri olacaktı.
İki kişilik masada, tahta sandalyelere otururken "Usta, biri patatesli, biri peynirli iki gözleme, iki de ayran!" diye bağırdı. Bana uyardı. Yemek seçmezdim.
Bir anda büyük bir suskunluk çökmüştü üzerimize. Konuşmuyorduk, bakışıyorduk. Dillerimiz değil, gözlerimiz konuşuyordu bizim yerimize.
Gözlemeler hemen gelirken, sıcak olduğu için üfleyip yemeğe başladım. Yavaş yavaş, sindirerek mideme gönderiyordum. Afiyetle yemiştim hepsini. Seçkin de hiç konu açmadan yemişti sadece yemeğini. İyi olmuştu aslında. İyi hissetmiştim kendimi.
Seçkin, ne kadar ısrar etsem de hesabı öderken giriş kapısının dışında onu bekledim. Telefonumdan saate baktım. 20 dakika vardı daha öğlen yemeğinin bitmesine. Zil çalasıya kadar bahçede oturur iki sohbet ederdik belki de.
Seçkin, gelince anında yola koyulmuştuk. Sohbetimiz ne kadar da güzeldi birlikte (!). Onunla konuşmak istiyordum ama konu bulamıyordum. Erkeklerin sevdiği şeylerden bahsetmek isterdim ama çoğu şeyimiz onunla uyuşmuyordu. Mesela, ben ölümüne Fenerbahçeliydim, o ise Galatasaraylıydı. Bu konuları hiç açmasam daha iyi olacaktı.
Ben konu arayıp bulasıya kadar çoktan okulun önüne gelmiştik. Kendime kızdım. Onca kelimenin içinden seçip konuşulacak hiç bir şey bulamamıştım.

Okul kapısının önüne kadar birlikte gelmiştik ama bilmediğim bir şey vardı ki beni bir sürpriz bekliyordu.
M

ert buradaydı.

Neden gelmişti ki buraya? Onunla yollarımızı çoktan ayırmamış mıydık biz?
"Gizem beş dakika konuşabilir miyiz?"
Şeçkin bana bakıyordu. Ben ise şaşkınlıkla Mert'e. Seçkin'e döndüm. "İstersen sen git, Seçkin," dedim Mert'i arkama alarak. Kafası karışmış Mert'in kim olduğunu çözmeye çalışıyor gibiydi. "Ya da bahçede beni bekle. Beş dakika sonra gelmezsem yanıma gelirsin." Okulun karşısındaki kafeyi gösterdim. "Şurada oturacağız."
Kaşlarını çatmıştı. Bana güvenmeye mi çalışıyordu yoksa emin olmak mı istiyordu. Sadece gülümsedim. "Bana inanabilirsin."

Mert ile birlikte karşı kafeye doğru yürürken sorularımın ardı arkası kesilmiyordu.
"

Beni nasıl buldun? Okulumu nasıl buldun? Neden buraya geldin? Bir şey mi oldu? Cevap versene!"

"Hepsini anlatacağım" dedi sakin sakin. "Şimdilik, öncelikle sana sadece bir soru soracağım."
İkili sandalyeli, masalardan birine oturmuştuk. Garson'a seslenip sadece soğuk su istemişti. Ona anlamsızca bakıyordum.

"Bekliyorum?"

"Hazır mısın?"
O

naylarcasına başımı salladım.

"Benimle Amerika'ya gelmeye var mısın?"

|KİMSESİZLER| (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin