Güneş, resmen 'uyan!' dercesine gözüme doğru vuruyordu. Huzursuzca yatağımda kıpırdandım. Kaç saat dinlenmeme rağmen, her tarafım külçe gibiydi. Keyfim kaçmıştı. Gerinerek kalktım ve yatağımı topladım.
Sersem adımlarla lavaboya doğru ilerledim. Önce yüzümü ılık suyla güzelce yıkadım ardından dişlerimi fırçaladım. Uyandığımda ağzımda oluşan o tadı hiç sevmiyordum.
Tekrardan odama giderken yatağımın üzerine bırakılmış kahvaltı tepsisini fark ettim. Annem, mutfaktan başka yerde yemek yememize kızar, etrafa kırık dökülmesine ölesiye nefret ederdi. Hayretler içinde yastığımı bazamın başlığına sırtımı dayağacağım şekilde koyup yaslandım ve tepsiyi dizlerime koydum.
Taze sıkılmış olduğu görünen meyve suyumdan kocaman bir yudum alırken çok sevdiğim yeşil zeytinler den ağzıma attım. Peynir, zeytin, annemin benim çok sevdiğimi bildiği soslu sosiler, bayıldığım ve her zaman sevdiğim salata harika görünüyordu. Yanındaki ekmek yerine simit de bana göz kırpıyordu. Annem yine yapmıştı yapacağını. Belli özenle hazırlamıştı bunları.
Güzelce kahvaltımı yapıp tepsiyi yatağımın yanındaki masanın üzerine koydum. Odam tamamen, mor ve beyaz renk ikilisinden oluşuyordu. Kapı girişinden tam karşısında yatağım ve onun yanında klasik beyaz renk komodin vardı. Yatağımın yanındaki bir tane pencere bulunuyordu. Beyaz renk büyük gardırop ve çekmeceli giysi dolabım vardı. Ders çalışmak içinise açıp kapanabilen küçük bir masa kullanıyordum. Halım ve yatağımın örtüsü bile beyaz mor ikilisinden oluşuyordu. Herkesin bir zamanlar takıntılı olduğu bir renk vardı. Benimkisi de mordu işte.
Bir anda, klik sesi bütün odayı doldururken gözlerimi kapıya diktim. Kilitlenmiş miydi? Ya da bana mı öyle geliyordu. Ayağa kalkıp kapıya doğru ilerlerken bir klik sesi daha geldi. Bu sefer duyduğuma emindim. Kapının kolunu hızla çevirirken kapıya yaslanıp kendime doğru çekmeye çalıştım. Kapı ne kadar denersem deneyeyim açılmıyordu!
"Abi, Anne!" diye bağırıp kapıyı yumruklamaya başlamıştım. Açılması için ardarda vuruken neredeyse kapıyı kıracak duruma gelmiştim. Bunca bağırıp çağırmama rağmen hâlâ hiçbir ses seda yoktu. Pes etmiş, yatağıma doğru ilerlerken kısık sesli "Üzgünüm" sesi odayı doldurdu.
"Üzgünüm, Gizem." Ses abime aitti.
"Gerçekten seni daha seni kaybetmek istemiyoruz ama bu evin de her ev gibi kuralları var. Bize hiçbir haber vermeden, durduk yere bir yere kaçıp gidemezsin ki bu bir aya yakın süremez. Biz seni kayıp sanarken sen kaçtın, Gizem. Haber vermeden, bize nerede olduğunu bildirmeden bu evden kimse gidemez. Eğer bu evde yaşayacaksan bu evin kurallarına uyacaksın. Babam öldüğünden bu yana sana olabildiğince karışmamaya çalışıyoruz ama bu yaptıklarından sonra bizden izinsiz adım bile atmıyorsun. Şimdi beni duydun mu?"
"Evini ve kurallarını al ve başına çal," diyerek bağırdım ve tekrar kapıya vurdum. "Ben kendi kararlarımı verebilecek yaştayım!" Gözlerimden, istemsizce yaşlar süzülmeye başlamıştı. Bana emir veriyordu. Küçüklüğümden beri hep beni koruma yönünde eğilim göstermişti ama bu benim artık canımı sıkmaya başlamıştı. Ben büyümüştüm ve ne yapacağıma nereye gideceğime kendim karar verebilirdim. Ayrıca, ben kendim kaçmamıştım ki... Her şeyi onlara anlatmıştım. Bunları onlara düşündüren neydi? Şükür ki aklım yerindeydi. Aklı olan bir insan neden kendi sıcacık evinden ailesinden kaçmak isterdi ki?
Keşke en baştan hocayı dinlemeyip o kitapçıya gitmeseydim ya da merakıma yenik düşüp o eve gitmeseydim. Kendime lanet ettim... Sonra iyice düşündüm. Sonrasında ben oraya gitmeseydim o kimsesiz çocuklar nasıl kurtulabilirler di ki oradan, ben vesile olmasam?
Peki ya Mert ne olurdu? Mert ile oraya gittiğim zaman aldığım fotoğrafı eve gelince odamdaki gizli kutuma koymuştum. Onu oradan çıkarıp elime aldım ve yatağa bağdaş kurup oturdum. Farklıydı, gerçekten.
Bir müddet bakıp fotoğrafı yastığımın altına koyup yorganımın içine girdim. Sıcak iyiydi. Güzel hissettirirdi.
Göz yaşlarımı silerken sinirden ağlamak huyumdan, hassas olmaktan nefret ettim. Dokunsan ağlıyordum. Gözüm pencere camından dün Tilki'nin olduğu yere takıldı. Orada yoktu. İçim rahatlamıştı.
Tavana gözlerimi dikip bomboş izlemeye başladım. Sahi annem ne yapıyordu şu an? Bir yandan okul, bir yandan benim kaybolma olayım vardı. Bu süreçte neler yapmıştı? Onu çok seviyordum, abimi de canımdan çok seviyordum. Onlar benim ailemdi. Nasıl çok sevmezdim ki? Sevdiklerimin hep üzülmesine neden oluyordum.
Tavanı izlemeyi bırakıp gözlerimi kapattım. Cezalıydım, biliyordum. Abim, annem istemediği sürece bu odadan, bu evden çıkamazdın. İsyan etsem de boşunaydı bunu iyi biliyordum. Yorulmuştum, kafam yerinde değildi. Mantıklı düşünemiyordum. Tilki beni neden takip etmişti. Peki ya Mert, Koray? Onlar ile görüşe bilecek miydim hiç bilmiyordum.
Bir süre annem ve abim ile zıt gitmemeliydim. Okula devam eder, kafamı dağıtmak için derslerime daha çok çalışırdım. Zaten bir senem kalmıştı mezun olmama.
Cezamı çekip sonuçlarına katlanmalıydım. Abim haklıydı. Büyük olan oydu ve bu evde onun kuralları geçerliydi.
![](https://img.wattpad.com/cover/48529951-288-k12035.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
|KİMSESİZLER| (Tamamlandı)
Novela JuvenilBir ceza ne kadar sürer? Bir hafta, bir ay. Belkide yıllar boyu... Normal bir okulda verilen, gereksiz bir cezanın maceralarla buluştuğu bir gizem hikâyesi. Kitaplar; insanı sadece geliştirmez, getirir, götürür, aratır belkide acıtır... Bazen acılar...