FİNAL 2: "Her şey"

101 7 0
                                    


NARKOLEPSİ

Toplumda 2000 kişiden 1'inde narkolepsi vardır. Kişinin yaşamını ciddi anlamda etkiler, hatta olumsuzluklar yaratır. Uygun olmayan durum ve zamanlarda uyku hali yaratan bir bozukluktur. Narkolepsili kişi ne kadar uyursa uyusun hissettiği yorgunluğunu bir türlü gideremez. Tanınmaz veya uygun olarak ele alınmazsa kişinin yaşam kalitesini büyük ölçüde bozar.

Günlerden pazardı. Dolayısıyla bugün okul yoktu. Ve ben ilk defa erken kalkmayı başarmış, doktorun hakkımda söylediği hastalığı laptopumu çıkarıp ve internetten araştırmaya başlamıştım. Korktuğumun aksine ölümcül bir hastalık değildi benimkisi. Aslında kendimi bildim bileli bu durumları yaşıyordum ama şu ana kadar bana hastalık teşhisi koyan bir doktor olmamıştı. Bu bir ilkti. Bize yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Oysa gitmediğimiz hastaneler, görünmediğimiz doktorlar kalmamıştı koskoca şehirde.
Kendimi sürekli yorgun hissediyor, devamlı uyuma ihtiyacı hissediyordum. Bunların yanında gördüğüm gerçeğe o kadar benzeyen rüyalarda cabasıydı. Halisülasyonlar ile gerçeği ayırt edemez olmuştum. Bedenimi taşıyamaz duruma geldiğimde ise bir serum beni kendime getiriyordu.
Girdiğim internet sayfasının altına doğru inerek tanısı koyulan hastalığın tedavisine bakmaya çalıştım. İşte en kritik nokta burasıydı işte. Kesin bir tedavisi yoktu bu hastalığın. Ruhsal olarak kendini iyi hissetmeliydi kişi. İyice dinlenmeliydi ve en önemli psikolojisiydi.

Araştırmamı sonlandırarak bilgisayarımı kapattım ve mutfağa inmeden önce lavaboya giderek saçımı tarayıp sıkı bir at kuyruğu yaptım. Yüzüme mutlu bir gülücük kondurup adeta şakıyarak merdivenlerden aşağıya indim. Babamı bize kahvaltı hazırlarken bulmuş, suçluluk duygusu hissetmiştim. Kaç yaşımıza gelmiştik ama hâlâ babam yapıyordu her şeyi.
"Günaydın," dedim yanağını öperek. "Sen otur hemen canım kızım," dedi sandalyeyi oturmam için çekti. "Yaa baba sende olmasan," dediğimde abim merdivenlerden inmiş bize tek kaşını kaldırmış bir şekilde gülümsüyordu. "Ne yapıyorsunuz bakalım siz baba kız?"
"Hiç," dedim i harfini uzatarak. "Ben çayları doldurayım."

***

Harika geçen bir haftasonu aile kahvaltısından sonra yatağımın başlığına yastığı koyarak dayanmış kitap okuyordum. Kitap okuyordum okumasına ama gözlerim kayıp kayıp gidiyor kendimi bir anda hayal aleminde buluveriyordum. Bazen de gerçekleri ayırt edemiyordum.
Aniden gözümün önüne gelen kara kaplı bir kitap ya da defter beni korkutmuştu. Kitabın adını kaçırmamıştım. Kitabın adı: İzler, yazıları ise siyah cilde ilmek ilmek işlenmiş gibiydi. Kitabı sanki elimin altındaki kitap gibi hissedip ona dokunduğum hissine kapılmıştım.
Okuduğum kitabı ise elimden bırakacakken son yirmi sayfa kaldığını gördüm. Yirmi sayfa için hayatta kitabı okumadan bırakamazdım. Heyecanla acele ederek kitabı okumaya devam ettim. Kitap o kadar heyecanlıydı ki o yirmi sayfayı yirmi dakika olmadan okuyuvermiştim. Sonuna geldiğimde ise karşılaştığım şok ile şaşırıp kalmıştım.
Devam edecek...
2.kitapta görüşmek üzere.
O kadar çok merak etmiştim ki bu kitabı aklımda düşünceler dönüp dolaşıp duruyordu. Saate baktım. Öğleden sonra on ikiyi yirmi iki geçiyordu. Acaba bu saatte kitabevi açık olur muydu? Alt sokaktaki yaşı amcayı hep görüyordum. Genellikle her daim dükkanı açıyor ekmek parasını kazanıyordu. Hemen kitabı kenara özenle bırakıp üzerime bir kot pantolon ve uzun kollu bir ince sweat giydim. Ve annemden bana kalan üzerinde annemin ismi yazılan hatıra saatimi taktım. Havalar artık ısınmaya başlamıştı ama tedbiri elden bırakmamalıydım, aksi takdirde hemen hasta buluveriyordum kendimi. Üzerine ince bir hırka giydikten sonra telefonumu ve cüzdanımı alıp odamdan çıktım. Babam, salonda oturmuş televizyon izliyor, abim ise koltuğa uzanmış telefonuyla oyun oynuyordu. Gülerek aşağıya indiğimde ise kapı zili çalmış ve hemen atlayarak, "Ben bakarım," demiştim.
"Aa Selam Mert, hoş geldin."
"Hoş bulduk," dedi gülümseyerek.
"Ne duruyorsun geç içeri."
Mert, abimin en yakın arkadaşı ve tek dostuydu. Abim genellikle kolay kolay arkadaş edinemezdi. Daha çok içine kapanık bir yapısı vardı ama çok şükür ki Mert ile arkadaşlardı. O iyi bir çocuk, iyi bir dosttu. Onu gerçekten seviyordum.
"Mert, hoş geldin ama bende tam çıkıyordum," dedim salona doğru yürüyerek, babama döndüm. "Almam gerek bir kitap vardı babacığım onu alıp geleceğim hemen."
"Tamam kızım," dedi onaylayan bir ifadeyle.
"Oldu, öptüm o zaman görüşürüz!"
Ayakkabılarımı giyerek evden çıktım ve hızlı adımlarla yürümeye başladım. Bugün, dünün aksine kendimi biraz daha dinç hissediyordum.
Yürürken aklıma dolan düşüncelerle duraksamadan edemedim. Kitap okurken saçma bir şekilde heyecanlanmış ve serinin ikinci kitabını almak için yola koyulmuştum. Ama sonrasında pişman olmuştum. Her aklıma eseni yapıyordum ve bu huyumu hiç ama hiç sevmiyordum. Bir türlü bu huyumu sürdürmekten kendimi alıkoyamıyordum.
Kitapçıya geldiğimde kapıyı ittirmeye çalışırken sakarlığımı konuşturarak dirseğimi kapıya çarptım. Kısık sesli bir söylenmeden sonra "Merhaba?" diye seslendim. "Kimse yok mu?"
"Buyurun," dedi birden nereden çıktığını anlamadığım, yaşlı adam.
"Ben bir serinin ikinci kitabını alacaktım da sormak için gelmiştim."
"Bir bakalım bakalım," dedi bilgisayarının başına geçerek. Kitabın ismini yaşlı adama söylerken etrafı inceledim.
Geldiğim kitabevi mahallemin içinde bulunan tek kitapçı ve küçük bir yerdi. Oldukça eski olmasına karşın kitapları göz kamaştırıcıydı. Her türden eserlere yer veriliyordu. Aradığını bulmak kolay olacaktı ama kitapların yeri karışık olmasaydı....
Altı tane raf bir odayı saracak şekilde bulunuyordu. Çok eski ve uygun fiyatlı olanlar ise ortada bulunan küçük alana yığılmıştı.
"Evet, aradığınız kitabın kaydı var ama,"
"Ama?" dedim tereddütlü bir sesle.
"Bazen bulmakta zorluk çekebiliyoruz," sesi gittikçe kısıklaşmıştı.
Yaşlı amca rafları karıştırırken bende bir yandan rafları tutarak kitaplara dokunuyor ve istediğim kitabı arıyordum. Kitaplara dokunmak oldukça güzeldi, bana huzur veriyordu. Gözlerime birden çarpan 'İzler' isimli kitabı görmem ile olduğum yerde kalmıştım. Bu o, rüyamda gördüğüm kitaptı. Rüyalarım gerçeğe, gerçeklerim ise rüyalara karışıp duruyordu. Gözlerimi açıp kapatmam ile herhangi bir halisülasyonun içerisinde olmadığımı anladım.
Kitabı yavaşça elime alırken, yaşlı amca aniden "Buldum," diyerek bana dönmesiyle panikleyip kitabı az kalsın elimden düşürüyordum. Kitabın içinden düşen küçük kağıdı görmem ile eğilip hemen onu farkettirmeden cebime attım.
"Fiyatı Ne kadar acaba?" diye sordum sakin olmaya çalışarak. Elimi cebime sokarak cüzdanımı çıkardım.
"Yirmi beş Tl," dedi yaşlı amca kitabı poşete koyarken."
Ücreti uzanırken diğer elimde fark ettirmeden cebime koyduğum kağıdı elimle buruşturmuştum. Bu yaptığım doğru değildi, biliyordum. Ama kendimi durduramıyordum.
Poşeti alıp kitapçıdan çıkarken alelacele buruşturduğum kağıdı çıkartıp okumaya çalıştım. Gördüklerimle gözlerim faltaşı gibi açılırken buna inanamıyordum.
Gül sokak. 4 Numara.
Bu adresi, daha önceden hatırlıyordum. Bu o, rüyamda görüp annemin adıyla ilişkilendirdiğim adresti.
Böyle bir durumda merak etmekten kendimi nasıl alıkoyabilirdim ki?
Gül sokak, bildiğim kadarıyla buraya yakındı çünkü buradaki çoğu sokak, caddenin ismi çiçek isimleriydi: gül, manolya, yasemin... Bizim evden okula giden sokağın ismi de nilüferdi hatta.
Biraz düşününce gül sokağın, bu upuzun olan caddenin sonundan sola döndüğümüzde karşıma çıkabileceğini fark ettim. Öyle de olmuştu. Yol sonuna geldiğimde 'Gül Sokak' yazan tabela ile karşı karşıya gelmiş ve sevinmiştim. Elimdeki kitap poşetine sıkı sıkıya sarılıp kapı numaralarına dikkatlice bakarken dört numarayı görmüştüm. Gerçekten böyle bir adres vardı.
Bu ev, sanki yıllar yıllar öncesinden kalmış gibiydi. Oldukça eski ve karanlık görünüyordu. Kapıyı çalmaya cesaret edebileceğimden bir an için şüphe duymuştum. Evin bahçesi ise gerçekten çok büyüktü ve bahçesinde oldukça heybetli bir ağaç bulunuyordu. Dış kapısını açık bırakıp içeriye doğru adım atarken bir yandan ne diyebileceğimi düşünüp olacakları merak ediyordum.
Kapıya geldiğimde örümcek ağları ile bezenmiş kapının oldukça eski asma zilini çalıp beklemeye başladım. Bu evde sanki birileri yaşamıyormuş gibi görünüyordu. Tarihi binaydı sanki. Bir de eğer kapıyı açarlarsa ne diyebilirdim ki onlara? Bir kitabın arasında bulduğum bir adrese kadar geldim mi? Bu yaptıklarım adeta deli saçmasıydı. Aklım başıma daha yeni yeni geliyordu. Bir anda eve geri dönmeye karar vermiştim.
Arkamı dönmem ile ayağımın altındaki tahta zemin, çıtırt diye bir ses çıkartmıştı. Bir yerden destek almaya çalışarak kendimi sabit tutmaya çalıştım. Kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. Diğer ayağımla ayağımı oradan kaldırmak için çabalarken kapının koluna tutunmuştum ama bu, değil kendimi kurtarmaya, bir adım atmama bile yardım etmemişti.
Zemin tamamen göçerken çığlığımla yeri göğü inletiyordum. "İmdat! Yardım edin! Kurtarın beni..." sesim gittikçe kısırlaşıyor yerini fısıldamalara bırakıyordu. Kafamda hissettiğim o keskin sızı beni daha da kötüleştiriyordu. "Kurtarın beni," diye son kez var gücümle bağırdım. "Yardım edin..."

"Kim var orada?" diye bağırdı zar zor duyabildiğim bir erkek sesi. "İmdat! Kurtarın beni," diyerek bağırdım. Yavaşça doğrulmaya çalışarak. Kafamı kaldırdığımda yukarıdan buraya bakan bir insan silületi gördüm. Karanlıkta kaldığım bu yere rağmen onun yüzüne ışık vuruyor, gözleri parlıyordu.
"Barış..." dedim kısık bir ses ile. Çocuğun gözlerinin açıldığını gördüğümde ise ortaya çıkan o iki rengi inceledim. Mavi ve yeşil olan iki farklı göz rengi aynı bir tilkiyi andırıyordu.
"Tilki..." dedim sesimin çıktığına kendim bile şaşırarak. "Tilki sen misin?"
Onun, aşağıya doğru elini uzatarak beni yukarı çekme isteğine karşılık elimi zor zar ona uzattım.
"Evet, sen o'sun ve ben baştan sona her şeyi hatırlıyorum."

|KİMSESİZLER| (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin