"Ne!" İster istemez, bir anda duraksamıştım. Neyden bahsediyordu öyle?
"Amerika mı?" diye sordum kaşlarını çatarak. "Saçmalıyorsun."
"Evet," dedi garsonun getirdiği sudan içerken.
"Sen delirdin herhalde," dedim kaale almadan gülerek. "Benim ne işim olur oralarda?" diye sordum.
"Öncelikle sakin ol," dedi kolumu tutarak. Yakın temastan fazla hoşlanmazdım. Kibarca kolumu çekmeye çalıştım.
"Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? Yoksa," dedim duraksayarak. "Yoksa senin Tilki ile bir bağlantın mı var?
Aklıma gelen bu nedenle, derin bir nefes aldım. Hayatıma daha yeni yeni kavuşmuşken, tekrar tekrar hata yapıp karanlıkta boğulmak istemiyordum.
"Eğer benimle iki seneliğine yurtdışına gelirsen sana en baştan sona her şeyi, o oradan aldığın fotoğrafı anlatırım."
Şaşırmıştım. Bir anda böyle bir teklif hiç beklemiyordum. Bir yandan olanları, her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilmek istiyor, merak ediyordum. Diğer yandan da gitmek istemiyordum. Hem anneme, abime ne diyecektim? Kaybolduğuma, kaçırıldığıma bile inanmıyorlardı daha. Kaçtığımı sanıyorlardı. Nasıl yapacaktım? Sırf bir merak uğruna nerelere kadar gelmiştim. Şimdi böyle olmasını bekleyemezdim.
"Sahi, sen o fotoğrafı aldığımı nereden biliyorsun?"
Gülümsemişti. Mert'in böyle biri olacağını hiç tahmin etmemiştim. "Bakar mısınız?" dedi bana bakarak. Ve ekledi. "Bize iki çay," dedi bana sormadan.
"Kapı aralıktı yalnız," yüzü ifadesizleşirken devam etti. "Sadece denk geldi."
"Çay kalsın ben gidiyorum," dedim ayağa kalkıp telefonuma baktım. "Beş dakka çoktan geçmiş arkadaşım beni bekliyordur."
"Düşün, tamam mı? Kestirip atma her şeyi," dedi elime bir kağıt parçası sıkıştırırken. "Yeni numaram, bana buradan istediğin zaman ulaşabilirsin."
Verdiği kağıdı buruşturup cebime koyarken arkama bile bakmadan oradan çıktım. Koşar adımlarla okulun bahçesine giderken Seçkin'in beni beklediğinden emin de değildim. Ben okula geldiğimde zil çoktan calmıştı. Şans yoktu ki bende.
Bahçede onu göremediğim için sınıfa gidip sırama oturmuştum. Onu aramama gerek var mıydı bilmiyordum.
Kafamı sıraya koyup iyice kendime doğru kapandım. Mert, söylediği şeylerle aklımı daha da bulandırmıştı. Onunla başka ülkeye filan gidemezdim. Mümkünatı var mıydı? Saçma bir merakım yüzünden başıma gelenlerden sonra daha dikkatli davranmalıydım.
'Kendi düşen ağlamaz' diye bir atasözü vardı tam beni anlatan. Bile isteyen gittiğim yerde kaybolmuştum. İlk kendimi kaybetmiştim, sonra aklımı. Kurtulacağım derken kurtulamıyordum. Kendi düşen de ağlıyormuş işte.
Ders başlamıştı ama kendimi bir türlü veremiyordum. Bir kere aklıma takılmıştı ya çıkmak bilmiyordu. İki de bir kendimi dalmış buluyordum ve benim bütün ders çalışma isteğim Mert yüzünden kaybolmuştu. Okulu bırakıp erkenden eve de gidemezdim. En iyisi kafamı derse vermeye çalışmaktı.
Bu ders, bütün zorluklara rağmen bitmişti. Diğer iki dersin beden eğitimi olduğunu görmem ile resmen sevinç naraları atacaktım. O derece de sevinmiştim. Ya voleybol oynardım ya da basketbol. Okulda pek futbol oynamazdım nedense.
Teneffüste ise kızlar soyunma odasına giyinmek için gitmişlerdi. Erkekler ise sınıfta giyiniyordu. Ben ise bahçeye iniyordum banklarda oturacaktım. Bugün beden eğitimi dersinin olduğunu bilmediğim için yanımda kıyafet getirmemiştim. Belki hoca, kıyafet getirmediğim için voleybol oynatmazdı bile.
Ders başlarken, bahçede boy sırasına göre kız erkek ayrı olarak dizilmiştik. Selam, sayımlar ve yoklama alındıktan sonra oyun oynayacaklar ayrılmıştı. On ikinci sınıf olduğumuzdan oynamak istemeyen zamanını ders çalışmaya ayıran bir kesim vardı. Öğretmen kıyafetlere bir şey dememişti ama ben rica etmiştim. Güya kendimi hasta gibi hissediyordum ve sınıfta durmamıza izin vermediği için banklarda oturacak, zaman öldürecektim.
Bizim sınıfa uzak ama okulun pencerelerine doğru bakan taraftaki banklardan birine oturdum. Ayaklarımı öne doğru uzatıp birbiri üzerine attım. Boş gözlerle etrafa bakınıyordum. Aklımda binbir türlü şey varken ne yapacağımı kestiremiyordum. Her şeyi en baştan düşünmek istiyordum. Kalırsam, okuluma, ve ailemle yaşamaya devam edecektim. Ayrıca Tilki denen bir baş belası birisi vardı. Beni takip ettiği zamanı unutmamıştım. İçimde kalan hep bu korkuyla yaşamak zorundaydım. Gidersem, ailem burda kalacak ve özlem çekecektim. Dayanamazdım aslında. Ama bir yandan Mert bana her şeyi anlatacağını söylemişti. Eğer anlatırsa elimdeki kozlardan dolayı kimse bana dokunamazdı.
Gözlerimin bir anda kapanmasıyla az kalsın yüreğime iniyordu. Korkmuştum aniden.
"Bil bakalım ben kimim?" diye sordu sesini incelemeye çalışıp.
Ellerini gözlerimden indirmeye çalışırken, "Seçkin sensin biliyorum," dedim hafifçe kızarak.
"Tamam tamam," derken geçip yanıma oturdu.
"Ne işin var burada? Dersin yok muydu senin?" diye sordum.
"Ayrıntıları öğrenmeden seni bırakacağımı mı sanıyorsun?"
"Evet."
"Hayır," diyerek beni susturmuştu.
"Bir şey olduğu yok, eskiden arkadaşım kendisi. Sadece konuştuk."
"Demek öyle," dedi derin bir nefes alarak.
"Benle bir yere," duraksadım. "Birlikte Amerika'ya gitmeyi istediğini söyledi."
"Ne!" diye bağırdı bir anda kendini tutamayarak. "Amerika mı?"
"Benimde verdiğim ilk tepki böyleydi."
"Senin ne işim varmış oralarda?" diye sorarken ona doğru döndüm.
"Bilmediğin şeyler var, Seçkin Abi," dedim abiyi bastırarak.
"Kaçırılma ya da kaçma mevzusu mu bu ?" Bu soruyu sorarken tek kaşını kaldırmıştı. Sorunun altında bir bir yeniği arıyordu sanki.
"Diyelim ki ilgili. Bana inanmıyorsunuz nasıl olsa."
"Sana inanıyoruz Gizem," dedi kolunu omzumun arkasına doğru atarak. Banka koymuştu ama rahatsız hissetmiştim.
"Hı, hı öyledir," dedim iç geçirerek.
Zil çalmıştı biz konuşurken. Seçkin'in kalkacağı yoktu. Ben önce davranıp kalkmıştım yanından. "Ben gidiyorum, sonra görüşürüz," dedikten sonra yanından ayrıldım. Laf lafı açıyordu. Kafam zaten karışıktı. Daha fazla konuşmak iyi gelmemişti.
Yapacak bir şeyim olmadığından sınıfa gelip sırama oturdum. Oyalanmak adına bütün eşyalarımı çantamda toparlayıp çantamı sırtıma astım. Ders çalışacak halim kalmamıştı zaten. O konuyu hiç açmıyordum.
Sınıftan yavaş adımlarla çıkarken Sera'yı gördüm.
"Sen voleybol oynamaya neden gelmiyorsun?" diye sordu.
"Nedenini hocaya söyledim. Hasta hissediyorum. Gelmeyeceğim," dedim.
Bana cevap vermeden yanımdan geçip giderken onun neden bu kadar değiştiğini bilmek isriyordum. Onu tanıyamıyordum.
Kantine inip kendime bir kahve aldıktan sonra elimdekiyle birlikte oturduğum bankı boş bulup tekrar aynı yere oturdum. Zil çoktan çalmıştı ve bir yandan başlıca düşünüyor bir yandan da kahvemi yudumluyordum. Resmen bütün ders çalışma isteğim, derslere olan ilgim Mert yüzünden kaybolmuştu. Onunla birlikte gitmeli miydim? Bilmiyordum.
Kara kara düşünürken ne zaman zil çaldı. Ne zaman herkes eşyalarını, çantasını topladı da gidiyordu hiç fark etmemiştim. Üzerimdeki dalgınlık gitgide artmıştı. Okulun kapısından dışarı çıkarken kimseyi beklememiştim. En iyisi evde beklemekti onu. Eninde sonunda gelecekti nasıl olsa.
Okuldan çıkıp eve doğru yürümeye başladım. İnsanlara fazla aldırmadan hızlı hızlı ilerliyordum.
Bir süre sonra hemen eve gelmiştim zaten. İçeri girerken mutfaktan mis gibi yemek kokuları geliyordu. Annem mutfaktaydı. Hemen odama çıkıp üzerimi degiştiedim. Lavaboya gidip saclarimi tardım. Abimin eve geldiğini fark ettiğimde çantamdan Mert'in bana verdiği kağıda yazılıp olan telefon numarasını komodinin üzerine koydum. Hızla odamdan çıkarken merdivenlerden abime bağırıyordum.
"Abi! Sensin değil mi?!"
"Evet, Gizem. Bir şey mi oldu?" diye sordu sesini bana duyurmaya çalışarak.
Salona geçerken daha da yüksek sesli konuşmaya çalıştım. "Üzerini değiştir de gel! Size anlatmam gereken şeyler var."
"Neymiş onlar? Geçen hepsini anlatmadın mı yoksa?" Konuşan annemdi. Mutfaktan salona yanıma gelmişti hemen.
Anında, "Hayır, hayır onla alakası yok" diyerek bağırdım. Ya da var mıydı ki diye tereddüt etmiştim. Sanırım bir anda fazla çıkışmıştım.
Annem, karşımdaki koltuğa otururken abim gelmiş hemen yanına oturmuştu. Sıkıntıdan ne yapacağımı bilememiştim. Bunu söylemenin bu kadar zor olabileceğini hiç tahmin etmiyordum. Bir anda mı söylemeliydim? Yoksa yavaş yavaş mı?
"Anne, abi ben Amerika'ya gitmek isriyorum."
Annem ve abimin gözleri bir anda açılırken işte şimdi olanlar oldu diye geçirdim içimden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
|KİMSESİZLER| (Tamamlandı)
أدب المراهقينBir ceza ne kadar sürer? Bir hafta, bir ay. Belkide yıllar boyu... Normal bir okulda verilen, gereksiz bir cezanın maceralarla buluştuğu bir gizem hikâyesi. Kitaplar; insanı sadece geliştirmez, getirir, götürür, aratır belkide acıtır... Bazen acılar...