20.Bölüm: "Uçak"

149 15 6
                                    



"Ne! Bu da demek şimdi!" Annem, isyan ederken ellerimi dizlerimin üzerinde birleştirmiştim. "Okulumu orada tamamlayıp iyi bir üniversiteye gideceğim."
"Daha burada bile zor geçiniyorken, Amerika da neymiş Gizem aklını başına al!" Abim ayağa kalkarken, annem peşindeydi. İkisininde az kalsın kalplerine indiriyordum. Doğru mu yapıyordum bilmiyordum ama bu konuda fazlasıyla kararlıydım. Diken üstünde yaşamak çok zordu gerçekten.
"Ben artık on sekiz yaşına girdim. Reşit oldum. Kanunlar önünde özgürüm. İstediğimi yapabilirim!" diye bağırdım.
Annem, "Yok öyle dünya," derken abim bana çıkışıyordu.
"Demek öyle!, özgürle mözgürle olmuyor öyle o işler. Nasıl para kazanacaksın? Sen bu zamana kadar hiçbir yerde çalışmadın. Zorluk bilmezsin. Aldığımız emekli maaşı bize zor yetiyorken bir de sana nasıl gönderelim? Kız başına yalnız nereye yollayalım seni? Aklını derhal başına al! Yoksa biz almasını biliriz!"
"Merak etme düşündüm abi! Ucuz bir yurtta kalırım. Gerekirse iş bulur çalışırım. Hem dilim gelişmiş olur. Kendi kendimi idare edebilirim ben!"
Aslında hiçbirini detaylıca düşünmemiştim. Sadece kafamda alıp başımı gitmek vardı. Birazda Mert'e güvenmiştim.
"Gitmeyeceksin," dedi annem. Ciddileşmişti. "Bu konu bidaha açılmamak üzere kapansın."
"Ama anne," derken deli gibi yalvarıyordum. Önce bu fikri saçma bulurken şimdi ise gerçekten buradan uzaklaşmak istiyordum. Galiba Tilkiden sandığımdan fazla korkmuştum. Dışarıdaydı. En önemlisi evimi biliyordu. Nerede yaşadığımı biliyordu.
Ya beni takip ettiğinde bir şey yapsaydı? Onları ihbar edenin bizden biri olduğumuzu tahmin edebildiğini sanıyordum. Bana kesin kin besliyordur diye düşünüyordum. Böyle yaşayabilir miydim? Beni bulsa, belki neler yapardı. Korkuyordum. Hemde fazlasıyla.
"Gideceğim," dedim kısık sesle. "Ben kararımı verdim."
Gözlerimden yaşlar süzülürken hızlıca odama o çıkıo onları yalnız bırakmıştım. Hemen Mert'in telefon numarasını verdiği kağıdı bulurken telefonumu elime aldım.
İlk çalışta açmıştı telefonu.
"Alo," dedim ilk önce.
"Alo," diyerek karşılık verdi.
"Alo Mert, sen misin?" diye sordum heyecanlı heyecanlı.
"Benim..." duraksadı. "Gizem?"
"Evet, benim. Ne için aradığımı biliyorsun."
"Arayacağını biliyordum."
"Nasıl olacak bu iş? Nasıl gideceğiz? Nerede kalacağız? Gelmekle olmuyormuş hemen öyle. Birikmişim filan da yok." Sorularımı ardı arkası kesilmeden sıralıyordum.
"Sen dert etme onları ben her şeyi ayarladım. Biletleri yarın öğlen on ikiye ayırtılmış bil. Yurt gibi bir yer ayarladım. Ayrıca benim bunca zaman biriktirdiğim param var. Olmadı iş bulursun ya da okumak için kredi alırsın. Sonra ödersin. Hallederiz bir şekilde."
"Buradan kaçmaktan başka bir şey düşünebilsem iyi olacak, aklımı kaçıracak gibi hissediyorum resmen."
Telefon ile konuşurken yatağıma oturmuştum.
"Yarın on bir buçukta Atatürk havalimanında girişte beni bekle. Bu numaradan ulaşabilirsin bana. Ve şimdi güzelce uyu yarın dinç ol."
"Teşekkürler, yarın görüşürüz," dedim telefonu kapatırken.
"Görüşürüz."
Telefonumu kenara bıraktıktan sonra doğru banyoya koşup güzelce bir duş almıştım. Daha da rahatlamış hissediyordum kendimi.
Giyindikten sonra bavulum olmadığı için en geniş çantamı hazırlamaya başladım. Gereksiz şeyleri atlayıp temel ihtiyaçlarımdan gerekli gördüklerimi koydum. Çantamı tamamen hazırlayıp görünmesin diye gardırobun içine sakladım. Sonra yatağıma boylu boyunca uzanırken neler olacak düşünüyordum. Zaten ailem bana inanmıyordu. Kaçtığımı sanıyorlardı. Ama onlara o zaman olanları anlatmıştım. Şimdi ise bile isteye gidiyordum.

***

Sabah erkenden kalkıp anneme ve abime, sadece kuş sütü eksik diyebileceğim kadar güzel bir kahvaltı sofrası hazırlamıştım. Birlikte gayet mutlu bir şekilde kahvaltı yapmıştık.
Abim okula gitmek için hazırlanırken ben bilerek spor giyinmiştim. Üzerimde siyah bir pantolon ve gri bir tişört vardı.
Annem, bizi uğurlarken ona iyice sarılıp öptüm. Bana çok kızacaklarını biliyordum çünkü. Oraya vardığımda, bu sefer ilk işim onları aramak olacaktı.
Abimle birlikte yürüyerek okula geldiğimizde saat daha sekiz buçuk sularını gösteriyordu. Çantamı binbir zorlukla taşırken ağır olduğunu abime hissettirmemeye çalışıyordum.
Abimi sınıfına gönderdikten sonra bende kendi sınıfıma çıktım. Beklemekten başka çare yoktu. Bari üç derse girerdim. Hem zamanım boşa gitmezdi hem de bilgilerim.
Ders, matematikti. Yanıma kağıt, kalem, defter hiçbir şey alamamıştım. Bu yüzden derste not almadan sadece dinledim. Bir sınıfta, günün ilk dört ders saati nasıl matematik olabilirdi? İsyan bayrakları yerdeydi.
İlk üç derse girdikten sonra abime görünmemeye çalışarak okuldan çıktım. Telefonumdan araştırıp bulduğum taksici numarasını çevirip kendime taksi çağırdım. Taksi geldiğinde hızlıca binip nereye gideceğimi söyledim. Kısa bir süre sonra, zaten bu mevkiiye yakın olan Atatürk havalimanına gelmiştik. Taksi ücretini ödedikten sonra arabadan indim. Girişte kocaman, bir sürü farklı ülke saatlerini gösteren saatler vardı. Sabah saat on bir buçuğa geliyordu. Geç bile kalmıştım. Uçağa binmeden önce erken gelip her şeyi halletmek gerekiyordu. Mert'e güvenmeli miydim?
İçeri girdikten sonra tarama cihazından geçip Mert'e bakınmaya başlamıştım ve hemen görmüştüm. Oturmuş o da benim gibi etrafına bakınıyordu. Belliydi beni beklediği.
Birlikte ayırttırdığı biletleri aldıktan sonra güvenlik kontrolünden geçip dış hatlar bölümüne geldik. Bekledikçe bekliyorduk. Saat on iki de olan uçak, gideceğimiz havalimanındaki yoğunluk nedeniyle rötar yapmıştı. Beklemekten nefret ederdim. Saat on iki buçuktu, bizi topluca uçağa yollarken, dua ettim. Geç olsun güç olmasın. Hayırlısıyla, bindik bakalım.

|KİMSESİZLER| (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin