2.BÖLÜM *Kraliçem...

317 71 57
                                    

Kafamı görevliye doğru çevirdiğimde gülümseyerek, derin bir şekilde bana baktığını gördüm. Bana öyle bakması tuhafıma kaçmıştı. Telefonumun çalmasıyla kendime geldim. Arayan Zeynep'di. Aramayı yanıtlayarak, telefonu kulağıma götürdüm. "Efendim Zeynep?... Ciddi misin sen?... Peki, hemen geliyorum.... On dakikaya ordayım...." Dedim ve telefonu kapattım. Zeynep benim ilkokul arkadaşımdı. İlkokuldan beri hep birlikteydik, hiç ayrılmazdık. Sarı saçları, ela gözleri ile harika bir görünümü vardı. Telefonda bana iş bulduğunu söyledi. Tabi şuan sevincimden yerimde duramıyordum. Bir an önce gidip o işe başlamak istiyordum. Bugüne kadar gördüğüm, duyduğum iş ilanlarının hepsine başvurmuştum fakat protez bir bacağım olduğu için kabul edilmemiştim. Protez bacağım ile ilgili beni üzen tek şey, işe kabul etmemeleri olmuştu. Artık o sorunum da çözülmüştü.

"Ben artık gideyim." Dedim market görevlisine gülümseyerek.

"Poşetler konusunda yardımcı olabilir miyim?"

"Hayır. Olmaz."

Kaşlarını kaldırarak "Neden?" diye sordu.

"Çünkü sen benim uşağım değilsin." Diye kesin bir dil ile yanıtladım.

"Ben sana uşağınım demedim. Sadece yardım etmek istedim"

"Protez bir bacağım olabilir fakat kendi başımın çaresine bakabilirim."

"B-ben öyle demek istemedim yanlış anladın. Özür dilerim." Dedi kafasını eğerek. Fazla üstüne gitmiştim. Sonuçta o bana yardım etmek istemişti. "Bak bende özür dilerim. Sadece bana acımanı istemiyorum."

"Acınacak bir durum göremiyorum ben." Söylediği şey benim gülümsememi sağlamıştı. "Peki, yardım edebilirsin." Dedim.

"Teşekkürler bayan."

"Önemli değil bayım."

Bana bakıp, iç çekerek yerdeki poşetleri aldı.

...

"Burada bırakabilirsin. Hemen iki sokak ötede bizim ev. Komşuların görüp yanlış anlamasını istemem." Dedi Melek, narin bir şekilde gülümseyerek. Delikanlı "Peki... şey senin için sorun olmazsa ismini öğrenebilir miyim?" Demeye kalmadan Melek'in telefonu çalmaya başladı. Melek hızla aramaya cevap verdi. Telefondaki kişiye "Tamam... Hemen geliyorum." Diyerek, Delikanlının elindeki poşetleri hızla kapıp " Gerçekten çok teşekkür ederim. Acil bir işim çıktı da hemen gitmem lazım" Dedi ve delikanlıya el sallayarak yanından ayrıldı. Melek'in ayrılışından dolayı hoşnutsuzdu delikanlı. İsmini de öğrenememişti zaten. Zamanı geriye alıp parkta öğrenmek istedi Melek'in adını. İş işten geçmişti bir kere. Kader onları bambaşka bir yerde kaşılaştırırdı belkide.

...

Poşetteki erzakları düzgünce buzdolabına yerleştirdim. Ardından ocağa bir tencere koydum. İçine de yarım çay bardağı çiçekyağını ekledim. Buzdolabındaki domateslerden alıp rendeledim ve salçayla birleştirip tencerenin içine boşalttım. İyice kavurduktan sonra sütü de ekleyip, anneannemin vefat etmeden önce yaptığı son tarhanayı içine boşalttım. Çorbam hazırdı. Tarhana çorbasının kokusu mutfakta yayılmıştı ve inanılmaz derece de güzel kokuyordu. Bangonun üstünden bir tepsi alıp, içine kaşık ve çukur tabak koydum. Kepçeyi alıp, tenceredeki tarhana çorbasına daldırdım. Önce karıştırdım daha sonra çukur tabağın ağzına kadar gelecek şekilde doldurdum. Tepsiyi kapıp, salona geçtim. Fisun teyze öylece durmuş annemi izliyordu. Fisun teyze bizim komşumuz olur. Annemi çok sever. Annemle Fisun teyze doğduklarından beri aynı mahallede büyümüşler. Fisun teyzenin ısrarıyla anneme o bakıyordu. Ne kadar ben bakarım diye ısrar etsemde "Hayır olmaz o benim can yoldaşım." Diyordu.

Sesimi neşeli çıkarmaya çalışarak "Merhabalar." Dedim. Annemi her seferinde o halde gördükçe içim parçalanıyor, canımdan can gidiyordu fakat bunu kimseye fark ettirmiyordum. Sonuçta benimde bir kalbim vardı ve yarısı parçalanmıştı. Hayatımdaki engeller git gide çoğalıyor ve zorlaşıyordu. Başa çıkmak gerçekten de zordu. Ayakta kalmamı sağlayacak ne babam, ne ablam, ne abim, ne de kardeşim vardı. Sadece felçli bir annem vardı. Ona zaten sımsıkı sarılmış, hayatın engellerini aşmak için çabalıyordum. Elimdeki tepsiyi sehpanın üzerine bırakarak, Fisun teyzenin elini öpüp alnıma koydum. Ardından sıkıca sarıldım.

Oda bana sıkıca sarılarak "Hoş geldin benim melek kızım." Dedi o tüm sevecenliği ile.

"Hoşbuldum teyzecim." Dedi Melek neşeli görünüşü ile.

"Nasılsın bakalım iş bulabildin mi bari?" Diye soru yöneltti Fisun Hanım.

"Sanırım. Bugün bir arkadaşım bana iş bulmuş ve beni görüşmem için çağırdı. Nasipse annemin ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra oraya geçicem." Diye cevapladı Melek.

Fisun Hanım, Melek'in söylediklerine kafa sallayarak "Hım iyi bakalım melek kızım." Dedi.

Melek'e her zaman 'melek kızım' derdi çünkü annesi felç olmadan önce Melek'e hep bu şekilde seslenirdi. Fisun Hanım'da Melek'i kendi kızı gibi benimserdi.

Melek masaya bıraktığı tepsiyi alarak annesini başucuna oturdu. İlk başta annesinin yüzünü avuçlar içine alarak "Nasılmış bugün benim kraliçem?" Diye soru yöneltti. Melek'in annesi Hafize Hanım bir anda gözlerini açtı ve kızını karşısında görünce öylece Melek'in gözlerine baktı. Sevinmişti. Bunu mimik olarak belli edemese de etrafına hissettiriyordu. Birden Hafize Hanım'ın ağzından değişik değişik sesler çıkmaya başladı. Melek şaşırmamıştı çünkü onu gördüğünde hep çıkarttığı sesti bu. Melek gözleri dolmuş bir şekilde konuşmasını sürdürdü."İyiyim ben Kraliçem bir şeyim yok sakın merak etme beni. Tamam mı?" Annesi bir mucize eseri farkedilemeyecek bir şekilde kafasını salladı. Melek bunu farketmişti ve gözünden akan bir damla gözyaşını esir kalmasından kurtarmıştı. Melek bu zamana kadar annesini hep gözleri dolu bir şekilde görmüştü fakat gözyaşlarını esir tutuyor, akmalarına engel oluyordu. Fisun Hanım Melek ve Hafize Hanım'ın bu olağan üstü görüntüsüne dayanamamış gözyaşlarını serbest bırakmıştı. Bir yandan tülbentiyle akan yaşları siliyor, bir yandan ise gözlerini sımsıkı yumup gözyaşlarına engel olmaya çalışıyordu. Fakat bu mümkün değildi. Melek ve Hafize Hanım'ın bu tüyleri ürperten görüntüsüne ağlamamak o kadar zordu ki...
Kucağındaki tepsiden kaşığı kavrayıp, çorbanın içine daldırdı. Dumanlar çıkan o çorba hala sıcaktı. Bir kaşık dolusu çorbayı dudağına bir, iki santim kala kadat tuttu ve soğutmak için üflemeye başladı. Soğuduğuna emin olduktan sonra Hafize Hanım'ın o kıpırdamayan dudaklarına yavaşça götürdü ve kaşığı o iki dudağının arasından içeriye ilerletti. Kaşığın yarısındaki çorbayı içmiş, yarısındakini de dudaklarının kenarlarından akıtmıştı.

Sonunda annesinin doyduğuna emin olup, tepsiyi kenara bıraktı ve annesi uyuması için küçük bir şarkı mırıldanmaya başladı.

" Benim annem güzel annem, beni al kollarına.
Kucağında uyut beni, Ninniler söyle yine bana..."

Sesi de kendisi kadar güzeldi Melek'in. Açık tonlarındaki kahverengi olan uzun saçları, çam yeşili iri iri olan gözleri onu kıskanılacak bir güzelliğe dönüştürüyordu. Hafize Hanım'ın yanağından süzülüp giden gözyaşı içler acısıydı adeta. Melek akan gözyaşını gördüğünde bir yandan ağlıyor diğer yandan ise elini nazikçe annesinin yanağına götürüp akan gözyaşını siliyordu. Annesi huzurla gözlerini kapattı ve o derin uykusuna daldı.

ARKADAŞLAR BU BÖLÜMÜ NEDENSE AĞLAYARAK YAZDIM. SIZCE DE DUYGUSAL DEĞIL MI? :'(








MELEK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin