İçim içime sığmıyordu. Öyle ki o soğuk havada dakikalarca beklediğimi telefon çalınca anladım. Arayan Meltem'di. Muayenenin nasıl geçtiğini, bebeğin durumunu, cinsiyetinin belli olup olmadığını sordu. Nefes almak için verdiği kısa arada cinsiyeti dışında tüm sorularına yanıt verdim. O sorunun cevabını akşam verecektim; çünkü o heyecanı onunla yaşamak istiyordum. Ağzımdan bir şey kaçırmamak için işim var sonra konuşalım diyerek telefonu kapattım. Gelince gördüğüm ve bana yaklaşık otuz metre uzakta olduğunu tahmin ettiğim taksi durağına doğru yürümeye başladım. Altında kısım kısım gizli buz olan kar nereden baksan yirmi santim vardı. Sakar olduğumu bildiğim için temkinli ve yavaş adımlar atmaya özen gösteriyordum. Ona rağmen aniden ayağım kaydı. Tam yere yüzüstü kapaklanacağım sırada güçlü bir el kolumu tuttu ve yavaşça ayağa kaldırdı. Beni düşmekten kurtaran kişinin yüzüne baktığımda şok geçirdim. ''İnanmıyorum, Volkan!'' diye çığlık atıp, sarıldım. O da beni tanımış olacak ki karşılık verdi. Lisede ben, Meltem ve Volkan hep beraber vakit geçirirdik. Bizden iki yıl önce mezun olduğu için irtibatımız kopmuştu. Senelerdir birbirimizi görmemiştik. Hatta bir hafta önce aklıma gelmişti. ''Tesadüfün bu kadarı Şifa... Uzun zamandır görüşemiyoruz?'' ''Gerçekten öyle. Tam altı sene oldu.'' ''Hava çok soğuk. Eğer müsaitsen gidip bir yerlerde oturalım mı?'' diye sordu. ''Olur. Bildiğim bir yer var oraya gidelim.'' '' Bana uyar. Hadi gel arabayı hemen şuraya park etmiştim.'' Dedi otoparka doğru yürürken. Mavi, küçük, üç kapılı, gayet sportif görünen bir BMW arabası vardı. Öne oturup emniyet kemerini bağladığımda çoktan yerini almış olan Volkan'a '' Arabana bakılırsa hala maviyi çok seviyorsun.'' Dedim gülümseyerek. '' Evet. Unutmamışsın.'' Dedi manidar bir bakışla. Şımarık bir ses tonuyla ''Ne sandın ya'' dedim. Tarif ettiğim yere geldiğimizde, tamda gideceğimiz yerin önünde boş bir yer bulduk. Arabayı park ettikten sonra içeri girdik. Duvarlar eski sinema afişleri, yıllanmış posterlerle kaplıydı. Bakıldığında antika olduğu anlaşılan bir piyano etrafına ahşaptan yapılmış olan masalar konulmuş, yer yer süs olarak da eski daktilolar kullanılmıştı. Tüm bunlara eşlik eden '' Nasıl geçti habersiz'' şarkısı çalıyordu gramofonda. İçeriye adımını atar atmaz sanki 80'li yıllara seni götüren bir zaman makinesi gibiydi burası. Kenarlarında renkli çiçekler olan cam kenarında bir masaya oturduğumuz sırada ''Gerçekten bahsettiğin kadar varmış.'' Dedi Volkan. .''Meltem'le keşfetmiştik.'' ''Siz hala beraber misiniz? '' ''Tabi ki. Aynı üniversite ve bölümde okuduk. Hatta birlikte ev tuttuk, beraber yaşıyoruz.'' ''Çok güzel de Mehmet amca, Zeynep Teyze nasıl burada kalmana izin verdi? Hangi bölümü okudunuz bu arada?'' ''İTÜ kimya mühendisliği...'' dedim. Yutkunduktan sonra devam ettim '' ''Geçen sene trafik kazasında kaybettim onları.'' ''Şifa, ben çok özür dilerim. Bilmiyordum, yoksa seni üzmek istemezdim.'' ''Bir şey olmaz. İnsan istemediği şeylere bile alışıyor zamanla. Beni boş ver, sen hangi bölümü bitirdin? ''Gazi Tıp.'' '' Hayırlı olsun. Uzmanlığın hangi alan?'' ''Kadın doğum.'' Buyurun efendim, siparişleriniz geldi.'' diye araya girdi garson. Bu sırada soracağım soruyu unuttum. Ben bol köpüklü Türk kahvemi içerken; Volkan da çayını yudumladı. Geçmişe gidip, birlikte geçirdiğimiz günleri yâd ettik. Kalkınca gerek yok ben taksiyle giderim diye tüm direnmelerime karşın pes etmeyen Volkan beni evime bıraktı. İnmeden birbirimize numaralarımızı verdik. Görüşmek üzere ayrıldık. Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. Her zaman oturduğum hardal sarısı, pofuduk, oldukça rahat olan koltuğuma oturarak,ayaklarımı da önümde duran sehpaya uzattım. Volkan altı sene içinde ne kadar da değişmişti. O çelimsiz,çirkin çocuk şimdi uzun boylu,kaslı birine dönüşmüştü. Ama değişmeyen bir şey vardı; ela rengi gözleri ve onu bütünüyle tamamlayan uzun kirpikleri... Bugün olduğu gibi nerede olsa onu gözlerinden tanırdım. Volkan deyince aklıma gelenlerden biride çok çalışkan olmasıydı. Haftaya başlayacak olan yazılılar için teneffüs aralarında bize ders anlatırdı. O zamandan belliydi zaten iyi bir yere geleceği. Ama doktor olacağını hiç düşünmemiştim, hele ki kadın doğumcu olacağını asla. Alanı benimle ilgili olmasına rağmen durumumdan bahsetmedim. Çünkü anlatacaklarım ister istemez Ufuk'a gelecekti ve daha yeni kabuk bağlayamaya başlayan yaralarım yeniden kanayacaktı. Aslında ne kadar kabul etmesem de Ufuk bir yaradan çok kangren olmuş bir parçaydı içimde. Bir an önce kesip atmalıydım. Buna daha hazır olmadığım için sadece geçmişten bahsetmekle yetinmiştim. Düşünmekten gına gelince mutfağa kendimi attım. Beyaz renk dolapları olan, Meltem'in renkli, türlü türlü mutfak gereçleriyle süslediği, büyük olmayan, tatlı bir mutfağımız vardı. Kapının arkasında asılmış olan mutfak önlüğünü alıp, üstüme geçirdiğim gibi masanın üstünde duran tableti açarak tatlı ve yemek tariflerine baktım. İlk tarif olan ağlayan kek sonra yalancı profiterol ve sebze yemeği yaptım. İşim bitince, salona geçip televizyonu açtım. Karşısında uzanınca kısa bir süre sonra yorgunluğun etkisiyle uykuya daldım. Uyandığımda saat sekize geliyordu. Meltem gelmek üzeredir diye kalkıp sofrayı kurdum, yemekleri ısıttım. Her şeyi sofraya koyduğuma emin olduğumda kapı çaldı. Gelen Meltem'di. Elinde bir sürü poşetle, içeri girdi. '' Hoş geldin. Bu kadar ne aldın? '' dedim. ''Hoş bulduk Şifa'cım. Öyle ufak tefek şeyler.'' ''Peki. Hadi gel sofrayı kurdum. Yemekler soğumadan oturalım.'' ''Sen git başla. Ben ellerimi yıkayıp geliyorum.'' Demesiyle masaya oturdum ve yemeğe başladım. Hamilelikten ötürü iştahım çok açılmıştı, sürekli yemek yiyordum. Bana hayretle bakan Meltem kahkahalarını tutamamıştı. Bende ağzıma doldurduğum yiyeceklerle ona cevap verememiş gıcık gıcık bakmakla yetinmiştim. Şen şakrak geçen yemek faslını bitirdikten sonra Meltem'in yoğun ısrarıyla dışarı çıktık. Bir mahalle aşağımızda ki parka gidip oturduğumuzda günün gündemini belirleyen iki olayı '' Volkan'la karşılaşmamı ve bebeğin cinsiyetini öğrenmemi'' bir çırpıda anlattım. Parkın ortasında heyecandan '' İçime doğmuştu. Biliyordum. Erkek yeğenim oluyor. Teyze oluyorum.'' Diye çığlık çığlığa bağırmaya başlayınca milletin Meltem'e ''ne oluyor'' dercesine bakmıştı. Bunu görünce deli gibi gülmeye başladım. Heyecanı geçtiğinde etrafta ona bakan bakışların farkına varan Meltem beni de alıp arkasına bakmadan parktan çıktı. Eve doğru yürümeye başladık. Tam binanın önüne geldiğimizde arabanın içinde bizi süzen Ufuk'u gördüm. Onun etkisiyle Meltem'in kolunu sertçe sıkmış olacağım ki Meltem çığlık attı. Korkudan fal taşı gibi açılan gözlerimin takılı kaldığı yöne baktığında ''Şifa, sakin ol ve hemen eve git! Ben geleceğim. Tabi önce bu adiye haddini bildirmem lazım. Hadi!'' Dedi Meltem. Dediğine uyup içeri girdim. Perdenin arkasına saklanarak gizli bir şekilde onları izlemeye başladım. Meltem sinirli bir şekilde ''İn aşağıya!'' diye bağırdı. Ufuk arabadan indiğinde onun üzerine yürüyüp 'Utanmaz sen hala burada ne arıyorsun? Yetmedi mi yaptıkların? Daha ne istiyorsun? Yoksa bıraktığın enkazı izlemeye mi geldin? Ama korkarım istediğini göremeyeceksin çünkü Şifa seninle olduğundan çok daha iyi.'' Dedi, yüksek sesle. Ufuk hiç cevap vermedi. Taş kesilmişti adeta. ''Bir daha sakın ola seni etrafımızda görmeyeyim. Eğer bir daha karşımıza çıkarsan inan o zaman yapacaklarımı ben dahi kestiremiyorum.'' deyince Ufuk sessizliğini bozarak 'Korkma, düğün davetiyemi vermeye gelmiştim. Belki gelmek istersiniz.'' Dedi itici bir şekilde sırıtarak. Meltem kendine hâkim olamayıp tokat indirdi suratına. Sonra da binaya girerek eve geldi. Sinirden tir tir titriyordu. Sakinleşmesi için soğuk su getirdim. O, suyunu içerken pencereden gitmiş mi diye baktığımda beni fark etti. Çok farklı bir ruh hali içindeydi sanki ne yapmak istediğini bilmiyormuş gibi davranıyordu. Kendimi geri çekince, arabanın kapısını hızla kapatıp, gazı kökleyerek çekip gitti. O gidince üzerimden büyük bir yük kalktı. Bebeğimi öğrendi diye ödüm kopmuştu. 'Neyse artık karşına çıkmaz. Bebekten de haberi yok. Sen onu boş ver de gel bak neler aldım? '' dedi Meltem dikkatimi dağıtmaya çalışarak. Hak etten de başarmıştı bunu. Elleriyle poşetleri getirip önüme yığdı. Merakla poşetleri açıp içindekilere bakarken telefonum çaldı. Arayanın Volkan'dı. Acaba bu saatte niye beni aramıştı? ''Alo. Efendim Volkan?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavinin En Gece Tonu
Romanceİnişli çıkışlı, çokta güzel olmayan hayatında, güneşin sadece umut etme kabiliyetine sahip insanların üzerine doğduğuna inanan Şifa,yaşadığı hüzünlü olaylara rağmen umut etmeye devam edebilecek mi? Hiç beklemediği bir zamanda ansızın çıkıp gelen ve...