Kötü Sürpriz

679 28 4
                                    

Tanımadığım bir simanın Burç'un elini tutması beni bir hayli meraklandırmış ve sinirlendirmişti. Durduğum yerden sakin görünümümü korumaya özen göstererek , kendimden emin, hızlı adımlar atarak yanlarına gittiğimde, elimi yavaşça uzatıp " Merhaba" dedim. Özenle sürüldüğü, göz ucuyla bile bakıldığında anlaşılan toz pembe ojelerin bulunduğu , uzun ince parmaklarıyla hafifçe elimi sıkıp "Merhaba" karşılığını verdi.

BURÇ'dan
İnsanın, kendiyle baş başa kaldığında bile yüzleşemediği gerçekler, hiç beklemediği bir anda tüm şiddetiyle, yüzüne tokat gibi indiğinde ne hale gelir? İşte, ben bu sorunun cevabıyım. Kapı açıldığından beri bu durumdayım. Başak'ın onca yıldan, yaşanandan sonra hiçbir şey olmamış gibi hastaneye gelmesi işleri çığırından çıkaracak gibi duruyordu. "Daha yeni başladığım ilişkinin temeline dinamit döşeyecek olan konuyu Şifa'ya nasıl açacağım? Diye kara kara düşünürken elimi hızla Başak'ın elinden çekip Şifa'nın elini tuttum. Başak, Şifaya " Ben, Başak. Burç'un eski... " diye devam eden bir kelime dizisi kuruyordu ki son anda yetişip, cümlenin sonunu keserek "Arkadaşıyım. Şey yani, eskiden arkadaştık. " sözlerimle tamamladım. Duruma anlam veremeyen ve sorularına net cevap alamayan Şifa'nın belirsizlikten, meraktan değişen yüz mimikleri, patlamaya hazır bir bombayı andırıyordu. Benim Başak'ın sözlerine müdahale edişimle Başak, Şifa'ya bir şey anlatmadığımı anlamış, bu durumdan hoşnut olmuştu. Zira yüzünde ki kendini saklamaya çalışan, sevimsiz, tebessüm de bunun ispatıydı. Ama yine de beni ele vermeyen Başak sadece benim anlayabileceğim bir imayla "Evet, eskiden arkadaştık." diye doğruladı sözlerimi.
" Eskiyse ben sizi yalnız bırakayım, konuşacak şeyleriniz vardır." Diyen Şifa'ya, annesinden ayrılmak istemeyen çocuklar gibi, "Ne olur gitme." diye baksamda çay almayı bahane ederek gitti. Yüzünü, yavaş yavaş yüzüme yakınlaştırırken "Seni, çok özledim Burç." diyen Başak'ı kırık olmayan kolumla iterek uzaklaştırdığımda "Ama ben seni hiç özlemedim.Artık kabul et sen benim geçmişe baktığımda, yaşadığım şeylerden iliklerime kadar pişman olduğum, her defasında sana ayırdığım zamana acıdığım kötü bir anıdan başka bir şey değilsin." cümleleri çıktı ağzımdan. Onun tesiriyle gözleri dolan Başak: "Beni, seviyordun. Evlenecektik biz Burç. Bu kadar kolay silmiş olamazsın. Şifa mı, sana beni unuttuğuna inandıran? " diyince sabrımın patlama noktasına geldiğini gösteren " İnkar edemem, evet seviyordum, evet evlenecektik ama sen bebeğimizin kanını eline bulaştırana kadardı. O andan sonra sana karşı tek hissettiğim nefretti. Şu an öyle ki senden nefret bile etmiyorum. Bende hiç bir his uyandırmıyorsun. Şifa'ya gelince, sakın onun adını bir daha ağzına alma. O senin kirli ağzına, kirli kelimelerine pelesenk olamayacak kadar kıymetli benim için."


ŞİFA'dan


Rahatça konuşabilsinler diye, onları odada yalnız bırakmayı başarsamda içim hiç rahat değildi. Başak, iyi birine benziyordu ama onda beni irite eden, adını koyamadığım bir şey hissediyordum. Genelde hislerim kuvvetlidir ve çoğu zaman beni yanıltmazlar ama belki bu bir istisnadır diye umut ederek hastahanenin bahçesine indim, hava almak, biraz oyalanmak için. Kendime uygun bir bank bulup oturduğumda uzun zamandır sesi çıkmayan bebeğim, varlığını yeniden attığı güçlü tekme ile hissettirdi. Bir an canım yansada hemen geçti. Elimi üstüne koyduğum, karnımı, okşayarak onu kucağıma almak için ne kadar sabırsızlandığımı aklımdan geçirdim. Ne zor şeydi beklemek. "Bu kadar hava almak yeter değil mi bebeğim?" diye sessizce mırıldanarak yavaşça kalktım. Girişe yetişmiş, kapıdan içeri girmiştim ki karşımda Ufuk'u gördüm. Burada ne işi var? " Aaaa. Çok kırıldım Şifa. Bir selamda mı yok? " diye pis pis sırıttı. Ne olmuştu ki bana, eskiden tüm dünyayı onu gülüşünde bulduğum insan şimdi bu kadar itici geliyordu? Yanından vurup gitmeye hazırlanıyorken, bunu anlamış gibi kolumu tuttu. Tüm gücümle kolumu çekip, arkama bakmadan kalabalığın en çok olduğu yere, kantine, girdim. Burçlara söylediğim gibi üç tane çay alarak yukarı çıktım. Az önce yaşadıklarımın etkisiyle titreyen ellerim yüzünden çayların bir kısmını dökmüştüm ama olsundu. Kapıyı açmak için iki elimle tuttuğum tepsiyi, sağ elime alıp diğer elimle kapının kulpunu tuttuğum sırada arka taraftan biri, benden hızlı davranıp kapıyı açtı. Hiddet içinde çantasını eline almış olan Başak bana bakıp, tek kelime etmeden merdivenlerden aşağı indi. İçeri girdiğimde Burç'un da çok sinirli olduğunu gördüğüm için Başak'la ilgili hiçbir şey sormadım. Uzun bir müddet beraber, tek kelime etmedik. Her zamanki gibi yine ilk konuşan o oldu. "Biliyor musun, insan, herkesle konuşur ama sadece özel insanlarla susar." . "O halde senin için özel biri oluyorum?" diye sordum tebessümle. Alacağım cevabı bilsemde onun "Kesinlikle evet." Demesi tekrardan midemde kelebeklerin uçuşmasına sebep oldu. Bir anda ne kadar mutlu olduğumu hissetmem beni yere çakılmaktan korkutmuştu. Mutsuzluğun ne demek olduğunu çok iyi bilirdim Ömrümün büyük bir kısmı, mutsuz olmakla geçmişti çünkü. Hayatımın her köşesine acılarım, gözyaşlarım,umutsuzluklarım sinmişti. O yüzden çok sonraları bulduğum bu mutluluğu koklaya koklaya, zerre zerre, israf etmeden yaşamak istiyordum. " Sende benim için özelsin." dedikten sonra kapı çaldı. Yemek saati gelmişti. Hasta masasını Burç'un önüne çekip, yemek tepsisini önüne koydum. Burç'un "Çocuk muyum?" sitemlerine aldırış etmeden, kendi ellerimle yedirmeye başladım. " Sen aç değil misin? " " Ben, kantinde bir şeyler yedim. " cevabını verince aklıma Ufuk geldi. Amacı neydi? Niçin buradaydı? Diye kendime sormaktan kendimi alamadım Derinlerden gelem sese kulak verdiğimde Burç'un: "Şifa, ellerin titriyor." demesini duydum."Üşüdüm, ondandır." "Hayır, renginde attı. İyi misin?" "Endişelenme, gerçekten iyiyim. Dediğim gibi üşüdüm sadece, ondandır." Elimden çatalı alan Burç : " Ben devam ederim. Dolapta asılı olması gereken bir hırkam var. Onu hemen giy. " dedi. "Sonra giysem?" "Hayır, şimdi! Haydi hemen." Daha fazla uzatmayıp dediğini yaptım. Hırkasını giydiğimi görünce kahkaha atmaya başladı. Hayır, yanlış görmüyordum, Burç katıla katıla gülüyordu resmen. Neye güldüğünü anlayamasamda onun gülüşüne bende gülmeye başladım. Yirmi dakika sonra sakinleştiğimizde gülme nedenini sorduğumda, hırkanın üstündeki haline cevabını aldım. İlk başta bozulsamda sonra aynada kendimi görünce haksız olmadığını anladım.

BURÇ'tan
Sabah yaşanan Başak skandalından sonra hırka mevzusu keyfimi yerine getirmiş uzun süredir bu kadar çok gülmediğimi bana hatırlatmıştı. Şifa, o kadar naifti ki sanki o hırkayı değil de hırka onu giymiş gibi görünüyordu. Birde hiçbir şeyin farkında olmaması üstüne gelince kendimi tutamadım. Başak'ın söylediklerini düşününce gülmem sekteye uğramış, beni susturmuştu. Bir an önce bu problemi çözmeliydim. Eğer Şifa yaşananları, Başak'ın ağzından duyarsa çok kötü olabilirdi. Bir an önce konuya girip anlatmak istiyordum olanları ama cesaretim yoktu. Sanki anlatmakta dilim aciz, kelimelerim takatsiz kalıyordu. "Şifa." diyerek söze başladım. "Efendim?" "Sana bir şey anlatmak istiyorum." "Ne ile ilgili?" diye sordu merakla. "Benimle, geçmişimle..." söze başlamak için derin bir nefes alıp, uzun uzun anlatacağımı belli etmiştim. Ancak içeriye Meltem'in girmesiyle sustum. İkimizde Meltem'in içeriye kapıyı çalmadan girmesiyle şaşkına uğramıştık. Meltem asla böyle bir şey yapmazdı önemli bir şey olmasaydı. Nefes nefese kalmış olan Meltem " Çok özür dilerim kusura bakmayın ama Şifa ile özel konuşmam gereken bir mevzu var." "Ne hakkında?" Aslında özel bir mevzu ama merak etmeni gerektiren bir şey değil emin olabilirsin." diye beni teskin eden Meltem'in halinde bir gariplik olduğu her halinden belliydi. Bugün Şifa'da çok iyi değildi. Bir şey oldu da bana mı söylemiyorlar diye düşünürken kafama bir anda Başak'la ilgili bir şeyler mi öğrendiler diye dank etti.

Mavinin En Gece Tonu Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin