Bembeyaz boşluğa doğru korkusuzca yürüyordum. Korkusuz oluşum ya düşünememem den kaynaklanıyordu ya da gerçekten korkmuyordum. Bunu anlamak o an için ilgi alanıma girmiyordu. Yürümeye devam ederken düşündüm. Kafamdaki bitmeyen sorular cevaplanır umuduylaydı bu yürüyüş, o an emin olduğum nadir şeylerdendi bu. Adımlarım durduğunda önüme çıkan kapılara baktım. Bunlar, zihnimin derinliklerindeki gerçeklerdi. Her kapı bir gerçekti, sadece bir hakkım vardı bunu biliyordum. Önünüze sunulan seçeneklerden hiçbir zaman 2 tanesini ya da daha fazlasını seçemezdiniz çünkü. Seçtiğim kapı ya unuttuğum o tatlı mutluluklarım dan birini hatırlatıp gülümsetecekti ya da zihnimdeki can kırıklıklarına karışan anılarımla ruhum hayatımdan biraz daha yorulacaktı.
Yürümeye devam ettim ve bir süre etrafımı izledim, neyi izlediğimi bilmeden. Bildiğim tek şey, bir şey arıyor, fakat aradığım şeyin ne olduğunu bile bilmiyor oluşumdu. Olduğum yerde durup gözlerimi kapattım, insan gözlerini kapattığı zaman her şeyden uzaklaşırdı. Bu sefer sadece boş siyah bir karanlığı izledim, o boş siyah karanlık aslında benim her şeyimdi. Yoksa yanılıyor muydum? O karanlık git gide beni içine çekmeye çalışınca gözlerimi açmaya çalıştım. Evet, yanılmıştım. Bu girişimim başarısız son bulurken, önümde beliren mavi ve yeşil karışımı kapıyla kaşlarımı çattım. Gözlerimin rengini hatırlatan kapıya doğru ilerledim. Bu kapıyı daha önce burada görmemiştim. Elimi kapının kulpuna koyarak derin bir nefes aldım. Gözlerim hala kapalıydı ama görüyordum. Kalbim deli gibi çarpıyor, beynimin içindeki sesler yapmamam gerektiğini söylüyorlardı. Asıl gerçekleri gözlerimiz kapalıyken mi görürdük?
Elimin üzerinde bir sıcaklık hissedince ani bir refleksle gözlerimi açabildim, sanki gözlerim sadece bu anı görmemi istiyormuş gibiydi. Bakışlarımı aşağıya indirdim. Elimin üzerinde küçük bir kıza ait, küçük bir el vardı. Sahibini görmek istercesine elimi kapının kulpundan ayırdım. Küçük kızın sesine odaklandım. Ardından tanıdık gelen küçüğe döndüm. Koyu renk saçları yukarıdan dağınık bir şekilde toplanmıştı, elinde sımsıkı sarıldığı küçük bir yastık ile bana üzüntülü gözlerle bakıyordu.
"Açma." Dedi cılız sesiyle.
"Üzülmek istemiyorum daha fazla, açma." Diyerek arkasını dönüp karşımdaki kapıdan içeriye girdi. Arkasından bakakaldım, az önce gözlerimin renginde olan kapının aslında siyah oluşuyla baş başa kaldım. Neydi? O siyah boş karanlık, yanıltırdı. Hafif bir rüzgar esince ellerim saçlarıma gitti.
Ben o kızdım..
Ben o kızdım. O küçük, yetimhanede büyüyen gözlerindeki korkuyu en derinime kadar hissettiğim küçük kızdım. Üzülmemizi istemiyordu. Benim unuttuklarımı hatırladığı içindi. O beynimin en derinliklerinde sımsıkı sarıldığı yastığıyla bir köşede yaşıyordu.
Ve her şeyi hatırladığım gün ise o, ölecekti...
Birden her şey kararınca gözlerimi açtım. Dışarıdan hafif bir ışık vuruyordu, dikilip etrafıma bakındım. Kenardaki aynayı görünce elime aldım. Yuvarlak orta boy aynadan yüzümü inceledim. Göz altlarım çökmüş, elmacık kemiklerim belirginleşmiş ve yüzüm bembeyazdı. O küçük kızdan geriye kalan belki de sadece saçlarımdı. Ellerimle saçlarımın uçlarını okşayıp iç çektim. O küçük kızın da saçları bu kadar kırılmış mıydı yaşadıklarından? Gözlerimi kapattım. Acılarımı hatırlamama izin vermeyen o küçük kız biliyordu. Bilmenin bazen ne kadar kötü olduğunu biliyordu, çünkü yaşanmışlık bilmenin ötesindeydi.
Kapının açılmasıyla gözlerimi açarak elimdeki aynayı yerine koydum. Kafamı kaldırmadan önce iki yana sallayarak rüyanın etkisinden çıkmaya çalıştım. Gözlerim nihayet etrafı görmeye başlayınca kapının kenarında beni izleyen bir çift göze takılmıştı. Sadece gözlerine bakarak bile onun kim olduğunu söyleyebilirdim, Oğuz gelmişti. Ben kendimi bile unutmuşken, o beni unutmamıştı. Doktorun dediğine göre her zaman yanımda olan kişiydi. Her zaman yanımda olan tek kişiydi. Bana yaklaşınca aniden ayağa kalkarak sarıldım ona, hala aynı olan kokusunu içime çektim. Aniden ayağa kalktığım için gözlerim kararmış ve vücudum halsizleşmişti. Ayaklarım beni taşımazken kollarımla sımsıkı bir şekilde boynuna sarılıyordum. Ayakta duramadığımı anladığında belimden beni kaldırarak o da bana sıkı bir şekilde sarılmıştı.
