"ŞİMDİKİ ZAMAN"
Yattığım soğuk betondan kalkarak etrafıma bakındım. Önce gökyüzüne bakarak buruk bir şekilde gülümsedim. Yanımda birinin bana baktığını hissedince sol tarafıma döndüm. Oğuz yanıma yan bir şekilde uzanmış başını koluyla destekleyerek bana bakıyordu. Yeni uyandığımdan dolayı konuşursam sesimin pütürlü çıkacağını düşünerek boğazımı temizledim.
"Düştüğüm yerden kaldırmamışsın bu defa?" Dediğimde ne demeye çalıştığımı anlamıştı.
"Düştüğün yerden seni ben kaldıramam Aysal. Ama yanına uzanabilirim." Diyerek buruk bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. Zaten yapmıştı. Yavaşça uzandığı yerde oturur hale geldi. O bunları yaparken ben bambaşka şeyleri düşünüyordum. Farkında olmadan ben de ona gülümseyerek bakıyordum. Bu garip durumu daha fazla sürdürmek istemediğini belirterek kafasını iki yana salladı. Kollarından güç alarak oturduğu yerden kalktı.
"Ben eve gidiyorum. Fazla geç kalma. İyi olup olmadığını görmek için gelmiştim." Diyerek beni son bir kez kontrol amacıyla gözleriyle süzdükten sonra yanımdan ayrıldı. Ayağa kalkıp vücudumu esneterek güneşe baktım. Güneşin bana gülümsemesinden seziyordum berbat bir gün geçireceğimi. Birkaç adım atarak yine aşağıdaki insanları izledim. Ne kadar da zararsız görünüyorlardı. Tam gözlerim karşı binada camdan bana bakan kişiye takılmıştı ki, arkamdan bir ses duymamla birlikte irkilerek arkamı döndüm. Ani dönüşüm başımı döndürmüştü. Başımı tutarak gözlerimi kapattım. Bir binanın çatısında olduğumu o an bana unutturan baş ağrısıyla kendimi bu sefer bedenen boşlukta hissettim. Belime sarılan kollarla ise gerçek hayata dönmüş gibiydim. Gözlerimi açarak karşımdaki kişiye baktım.
Hani böyle dilinizin tutulduğu an vardır ya. Hiçbir şey söyleyemediğiniz an. Ne kadar bağırmaya çalışsanız da sesinizin çıkmadığı, vücudunuzun beyninizden gelen hiçbir komuta cevap vermediği an. Hiçliğe doğru son bir adım kala olan o an. İşte o an'daydım. Söylemek istediğim çok şey varken ağzımdan sadece bir kelime çıkmıştı.
"Koray." Ve hiçliğe doğru attığım adımlar sonucuna ulaştı. Beynim, kalbim ve vücudum beni hiçe sayarak tüm işlevini yitirdi. Gözlerim kapandı. Ve Gökyüzüme karşı, gözlerimi bir daha ne zaman onu göreceğimi bile bilemeyerek kapattım.
••••••••••••••••••••••••••••••
"GEÇMİŞ ZAMAN"
Pencerenin kenarında gecenin karanlığını izleyerek oturuyordum. İçeriğini bile hatırlamadığım saçma bir kabus beni uykumdan etmişti. Şimdi ise gecenin kaçı olduğunu bilmesem de epey geç olduğu ortadaydı ve gram uykum yoktu. Gözlerimi sulanmadıkça kırpma gereği bile duymuyordum. Odada bulunan gece lambasının hafif ışığı hemen kucağımdaki defter ve kaleme vuruyordu. Kalemi elime alarak ilk cümlelerimi döktüm defterime.
Sevgili Gökyüzü;
Sen, bana kelimelerin bile kifayetsiz kalacağı yerde, sözcüklerin boğazıma dizildiği zamanlarda, kendimi yalnız hissettiğim her saatte içimdekileri kaleme dökmemi söylerdin. Ve şimdi de bunu yapıyorum... Ne demişti Stefan Zweig, "İçte tutulan göz yaşları akıtılanlardan daha acıtıcıdır." Canım çok acıyor Gökyüzüm, çok. Gözlerimdeki yaşlar sanki kurumuşcasına bir damlayı bile bana çok görüyorlar. Her akıtamadığım yaş içime akıyor ve beni boğmaya çalışıyor. Tıpkı Esin'in de söylediği gibi.
"İçine attığın kadar boğulursun güzel kız. Ağlamadan göz yaşlarını içine akıtarak yaşayamazsın..."
Hissettiklerimi yazmak bana çok şey ifade ediyordu bir müzik nasıl insanın ruhunu dinlendiriyorsa yazmakta benim için öyleydi. Söyleyemediğim şeyleri yazmak, kimsenin umursamadığı cümleleri israftan kurtarıyordu.