Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.Keyifli okumalar dilerim.
Medya : Cesur
Masadaki sessizliği bozan Kerem'in susturamadığı kahkahaları, gözünden akan yaşlarla perçinlenince, duyduklarından sonra mosmor olan Cesur, karşısındaki sandalyede oturan Kerem'in bacağına sağlam bir tekme atıp daha beterini gülmekten birleşmeyen ağzına yapmamak için kendini zor tutuyordu.
Aklı almıyordu babasının anlattıklarını. Çok önceden anlatılmış bir hikaye olduğunu kopuk kopuk gözünün önüne gelen resimlerden anlıyor ama yine de kabullenemiyordu. Babası bu kez ipin ucunu kaçırmış ceza olayına kendisini fazla kaptırmıştı. Eninde sonunda yirmi sekiz yaşında bir adamdı. Evlilik kararı gibi ciddi bir kararı, başkasının isteği üzerine ki, bu başkası babası bile olsa kabul edecek hali yoktu. Babasına hürmeti her zaman sonsuz olmuş, neredeyse otuzuna merdiven dayamış olmasına aldırmadan onun kurallarına da kararlarına da hep saygı duymuştu. Ancak, aklına uymayan fikirleri tartışmaktan da kaçınmazdı ve körü körüne kabul edilecek bir durum asla değildi.
Cesur'un bir girdap gibi çalkalanan düşünceleri bir kenara dursun, Kerem olayın trajikomik durumdan çıkarımı olan pişkin kahkahaları, hala devam ediyordu. İçten içe dostuna üzülse de bu işten paçayı sıyırmanın verdiği rahatlık içinden gelen gülme isteğini daha da kamçılıyordu. Eğer biri onu durdurmaz ise gülmekten çatlayabilirdi. Tabi bu görevi büyük bir şevk ile üstlenen Kerem'in annesi Hüma sultan, eğer Kerem'in gözlerine bakıp o sözleri söylemeseydi.
"Gül yavrum gül... Bakalım Salih beyim senin cezanı anlattığında böyle gülebilecek misin?"
Haaa...
Kerem'in kesilen kahkası üzerine yuvasından çıkacakmış gibi duran gözleri masadakileri memnun ederken, Cesur ve Kerem karşılıklı isyan bayraklarını çekip masadan hızla kalkmaya hazırlandılar ancak, Kerem'in babası Dadaş'ın "höyttt" demesiyle ya sabır çekerek yeniden yerlerine yerleştiler.
Bakmayın Dadaş'ın kâhya olmasına...
Salih'in de bir tek ona can borcu vardı bu dünyada. Düşman çoktu Salih'in etrafında. Sevdasını da, evladını da bir tek Dadaş'a güvenip emanet ediyordu uzun yollara çıktığında.
"Oturun yerinize, kırmayayım o bacakları." dedi Dadaş. Elinden hiç ayırmadığı oltu tesbihini çekmeye başlamış ve iki adamın gözlerine, sözlerini ciddiye almasını söyleyen bir bakışla bakmayı sürdürmüştü.
İri yarı kalıbı yeterdi karşısındaki adamı korkutmaya ve sinirlendi mi de gözü kimseyi görmezdi. Fena adam döverdi Dadaş. Allah'dan, kolay kolayda sinirlenmezdi. Birde Salih'in sözü üstüne söz söyletmezdi.
"Şimdi bu anlattığın masala inanma mı bekliyorsun baba. "Dedi Cesur, sakinliğin keskin sınırında dolaşarak. "Sen bana yirmi iki yıl önce hiç tanımadığım birini istediğini mi söylüyorsun?"dedi düşüncelerini dile getirip aynı şaşkınlığı ve öfkeyi bir kez daha soluyarak. "Yıllardır verdiğin her cezaya eyvallah dedim ama bu hepsinden daha ağır. Eğer oyun oynuyorsan baba, bu oyunu şimdiden bitir çünkü daha fazlasını duymak istemiyorum."
Cesur babasına benzeyen sert hatlı çenesini dikleştirip kararının önüne geçilmez bir sınır çizdi. Lakin hiç bir sınır Salih için geçilmez değildi. Ve Cesur bunu öyle yada böyle kabullenecekti.
"Ben oyun oynamam oğlum, "dedi Salih üstünlük barındıran bir gülümseme ile. "Tarzım farklıdır, bilirsin. Bu yüzden şimdi söyleyeceklerimi ciddiye al."
Salih, suyuna uzanıp bir kaç yudum içerken bir kaç sandalye ötede oturan oğlunun öfkesini tarttı. Elbette ondan bir tepki bekliyordu fakat gözlerindeki keskinliği ilk defa görebiliyordu. Ancak o keskinliği törpülemek kesinlikle Salih'lik bir işti.