Onunla tanışmayı beklemiyordum. En iyi arkadaşım Jongdae'ye, çarşamba gecesi İbadet Toplantıları için daha fazla çocuk bakıcılığı yapamayacağı söylenmişti, çünkü pencere pervazına üç yaşındaki çocuğu koyacak kadar aptaldı. ("Pencere KAPALIYDI!") Zavallı bebek dışarıya doğru açılan camı eğmiş ve açılan cam onu yana devirmişti, neredeyse ölüyordu.
Bu herhangi bir yerde kabul edilemez, fakat eğer Allentown, Pennsylvania'da olursa Tanrı yardımcınız olsun. Şansımıza çocuk iyiydi ama papaz olaya dahil oldu ve Jongdae'ye belki de başka bir iş yapmasının daha iyi olacağını söyledi. Onun yerine geçmemi istedi. Bir anda kendimi Parkların evinde buldum ve annem köfteleri mideye indirirken, birisi bana karşıdaki fazladan odada oturan kişiyi gösteriyordu: Bu bir erkek çocuktu.
Bu, Park Chanyeol ile ilk karşılaşmamızdı. Dokuz yaşındaydı. Koyu kahverengi, yuvarlak kesimli saçları vardı ve gözleri ben hariç her yere bakıyordu. Oda ağzına kadar boyama kitapları, resim kağıtları ve boyalarla doluydu. Ve trenler. Aman Tanrım, trenlere hiç girmeyeyim... Her köşede kutular vardı.
Onunla olduğum iki saat boyunca boyama yapmak istedi. O anda, ebeveynlerimiz yan odadayken, benim yaşlarımdaki bu çocukla birlikte oturduğum için herhangi bir ödemeyi zar zor düşünüyordum.
Sonuçta ödeme alıyordum. Benimle paylaşmak istemediği boyama kitabındaki ilk resmin yarısına gelmişti ki ona şöyle bir bakıp elini tutarak onu durdurdum."Çizgilerin içlerini boyamalısın. Bunun için yapılmışlar." Onu kendini beğenmiş, kompleksli, on yaşındaki erkek şımarıklığıyla azarlamıştım.
İnsanların kullandıkları renklerden yola çıkarak onlar hakkında çok şey öğrenebildiğinize inanırım.
Eskiden iki tip boyama yapan insan olduğunu düşünürdüm: Sadece çizgilerin içini boyayanlar ve kalın, siyah çevreli, keskin sınırların içinde kalmayanlar.
Sadece çizgilerin içi ve dışı temel karşılaştırmayı yapmak için yeterli gibiydi. Ayrıca, resmin içini hafifçe boyayanlar ve seçilmiş ve uygun gölgeye göre kolayca her boşluğu dolduranlar da vardı.
Son bir de karalayanlar ve her yere renkleri sıçratanlar vardı. Bazen bu insanlar hindileri mora boyardı ve bu beni korkunç derecede deli ederdi, çünkü gerçekten... kimin mor hindisi vardı ki?
Bir de resimdeki boşlukları boyamadan önce bölümlerin taslaklarını çizmekle zaman geçiren insanlar vardı. Böylece sadece renkler birbiriyle uyumlu olmuyor, koca gözlü My Little Pony'ye gerçekten değer veriyormuş gibi görünüyorlardı.
Ayının yüzünün ortasına benekler çizip sonra ayı su çiçeği geçirdi diye ağlayanlar da vardı tabii.
Bunun nereye varacağını görebiliyor musunuz? Toplum bize ya çizginin içinde ya da dışında olmamız gerektiğini öğretiyordu. Ancak arada kalan çok fazla şey vardı.
Chanyeol'u düzeltmek istedim, böylece diğer herkes gibi olacaktı.
Kâğıda bakmadı bile ama geri çekildi ve hızlıca ellerini benimkilerden çekti. "Kabasın," diye fısıldadı ve kâğıt üzerinde süpürme hareketleri yaparak, küçük parmaklarına alabildiği her renkle geniş darbeler vurmayı sürdürdü. Bu, bana söylediği ilk şeydi ve yıllar sonra bile beynimin içinde yankılanacaktı. Kaba mıydım?
İnsanların bana kızmalarından veya beni beğenmelerinden hoşlanmam. Bu yüzden aramızı yapmayı denedim.
"Dışarı çıkmak ister misin?"diye sordum, onu üzdüğümü annesine söylemesinden korkuyordum.
"Yağmur yağıyor." O yetişkinmiş de ben küçük, aptal bir çocukmuşum gibi durumu belirtmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
azure
FanfictionHerkes Park Chanyeol'un özel olduğunu düşünüyordu. Byun Baekhyun ise büyüleyici olduğunu.