12.Bölüm

3.6K 484 69
                                    

O gece ayrı odalarda kaldık.
Kendi kişisel bölgemizin olmasının daha iyi olduğunu düşünmüştüm. O da bana katılmış görünüyordu. Böyle şeyler olduğunda Chanyeol ile anlaşmamız kolay oluyordu.

Annesi ve babası ile hediyeleri açmak düşündüğüm kadar tuhaf olmamıştı ve bana verdikleri hediye kızarıp gülümsememe sebep olmuştu, çünkü hediyemin ne için olduğunu biliyordum.
Bana iki tane bilet almışlardı, Philly'nin şehir merkezindeki Sanat Müzesi için olan biletlerdi. Tam erişim ya da ona her ne deniyorsa o biletlerdendi. Bütün yıl boyunca sürecekti. Her sergiye gitme şansım vardı. Bir yanım heyecanlanmıştı. Diğer bir yanım da Bayan Park'a yan gözle bakmama neden oldu, çünkü bütün o sergilere tek başına gitmeyeceği için rahatladığını düşünmüştüm. Yıllar boyunca ressamlar hakkında aynı şeyleri dinlemesi onu biraz bıktırmış olabilirdi. Ama beni bıktırmamıştı.

Chanyeol hakkındaki her şey sihirli gibiydi ve ben de ondan mümkün olduğunca fazlasını öğrenmek istiyordum.

Ailem o öğleden sonra geldi ve ben de Chanyeol'ların evinden, havadan hafif hissederken ayrıldım.Oraya gittiğim anda, eserimiz duvarımda yerini alacaktı.

Mezuniyet hakkında endişeliydim, çünkü Chanyeol fazla alışmıştı ve yeni bir şeye başlamak zorunda olmak onun için her zaman olduğundan daha zor olacaktı.

On sekiz yaşıma girmeden birkaç ay önceydi, gösterişli bir şekilde herkesin karşısında dimdik durup sınıf arkadaşlarımızın çoğundan daha zeki olması ve odaklanması sayesinde çoktan uyum sağlamış, öğretmenleri etkilemişti.

Anladım ki, Chanyeol çoğu zaman tavırlarıma ve davranışlarıma ya da kullandığım belli tabirlere anlam veremesede çoğunlukla dinlediğim müziğe kulak kesilip nasıl bir ruh hali içinde olduğumu anlıyordu. Konuşmadan iletişim kurma yollarından biriydi bu da,çünkü biz gençtik ve engellerin üstesinden gelemeyen berbat konuşmacılardık.

Okula giderken dinlemek için seçtiğim belirli şarkılardan ruh halimin iyi ya da kötü olduğunu tahmin edebiliyordu.İyi olanların çoğu ondan geliyordu, böylelikle dert etmesine gerek kalmıyordu ama her zaman beni üzecek bir şeye ne diyeceğimden ya da nasıl bir tepki vereceğimden emin değildi. Okuldan. Ailemden. Ödevlerden. Jongdae ile küçük atışmalarımızdan. Chanyeol bunu garip buluyordu, sanki beni tedirgin veya rahatsız eden her şey anlamsızdı. Bazen bazı şeyleri mantık çerçevesine koymak iyi geliyordu, bazen başım çatlayacakmış gibi oluyordu. Bazense her şeyden bıkkınlık duyuyordum. Bu da bana ilişkimizin aşırı sıradan olduğunu hissettirmişti. Öyleydi de, o berbat şubat gününe kadar.

Hangi günden bahsettiğimi gayet iyi biliyorsunuz.
O gün.
Tiksindiğim o gün.
Sanırım Sevgililer Günü alaycılığımı en çok dışarıya vurduğum gün.
Sevgililer Günü.
Aşk Günü.
Kalp Günü.
Aziz Valentine'in Günü.
Sakın bu iki kelimenin tatlı olduğunu söylemeyin. Yani, sanki bezli ve elinde bir yay tutan kanatlı bir bebeğin, günün maskotu olması kötü bir şey değilmiş gibi...

Dünyadaki herkesin sevdiği insanlar için pembe ve kalpli bir şey almaya zorlandığı bir gün. Her yerde. Bu yüzden, o sabah Chanyeol'a giderken asi rockçı çocuk olmuştum, çünkü okulun çiçekler ve şekerlerle dolu olacağını biliyordum ve ben Sevgililer Günü'nün Gretchen Wieners'ı olacak, Glen Coco şekerli kurabiyeler ve karanfiller alırken ben sınıfta oturacaktım.

Eski erkek arkadaşım bunu büyük bir olay haline getirmemişti ama yine de hediye kartları almıştık birbirimize. Bu sefer durum aynı değildi, çünkü Chanyeol'a gerçekten âşıktım.

Ben âşık olup çikolatalar ve büyük peluş oyuncak ayılar yüzünden heyecanlanan ve çiçekler isteyip herkesin içinde ilan-ı aşk bekleyen biri değilim ama... belki Chanyeol ile bunları yaşamayı istemiştim. Çünkü bu tür şeylere sahip olamayacağımı düşünmüştüm. Kendimi buna gerçekten inandırmıştım.

azureHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin