3.Bölüm

5K 624 13
                                    

Chanyeol, Asperger sendromluydu.
Asperger sendromu.
Üstüne milyon kere daha söyleyin. Nasıl da yabancı bir kelime, değil mi? Ve eminim çoğu insan bu konu hakkında bir şeyler biliyordu ama ben onlardan biri değildim. Yani sonuçta on beş yaşında, Jongdae ile günlük dedikodu seansımızda aniden dünyadaki farklı otizm türleri ve spektrum bozuklukları üzerine felsefe yapmak isteyecek değildik. Biz daha çok Fashion Police ve diğer şeyler hakkında konuşurduk. Chanyeol veya onun hastalığı hakkında değil.

Yani görünüşe göre kafası fazla çalışıyordu ve çizimleri inanılamayacak bir şekilde iyiydi. Ancak bu konuyla ilgili Google'da araştırma yaparsam duruma birazcık hile karıştırmışım gibi hissederdim.

Geçen yıllarımı tanımlamak için bir sürü kelime vardı: büyümüş de küçülmüş, dikbaşlı... dayanıklı. Ancak her şeye burnunu sokan bir tip olduğum söylenemezdi. Elimde, öğrenebileceğim en küçük bilgiyi bile açıklayabilecek bir broşür tutuyordum ama hâlâ kabullenemiyordum. Tanıştığımızda sıradan küçük bir çocuktu. Nasıl bu kadar farklı olabilirdi ki?

Şimdi daha iyi anlıyorum. Artık saf değilim. Ama o zamanlar anlamak istemiyordum. Daha yakından tanımak için ona yaklaştığımı hissetmiştim. Kendi kendime onun gizemini çözmek için.

Sanırım bazen gerçekler karşımızda duruyor ama inanmak istemiyoruz. Her şeyi olmasını istediğimiz gibi görüyoruz. Bazen inkâr ederek yaşamayı seçiyoruz.

Fuardan sonra ailem uykuya dalana kadar bekledim, saat muhtemelen sekizdi, çünkü kabul edelim yaşlılardı. Ve sonra garajdan sıvıştım. Onun evine kadar olan yolu bisikletle giderken ne yapmakta olduğumu merak ediyordum. Sadece onu görmeye ihtiyacım vardı. Neden, diye sormayın. Bir nedeni vardı işte. Ve yolu hatırlıyordum.

Onun olduğunu tahmin ettiğim odanın altındaki çalıların arasına doğru emekledim.

Kaymak için şilteyi aldığım odaydı.

Işıklar kapalıydı ve kalbim göğsümün altında, oracıkta ölecekmişim gibi atıyordu. Aynı zamanda beni koşup kaçmaya zorlayan dolu mesanenin verdiği korkunç bir his de vardı.

Bu kadar fazla çişiniz geldiğinde hareket etmenin ne kadar zor olduğunu bilir misiniz? Aptal sinirler!

Onun yerine evin diğer tarafına dolanıp uzak olan duvara sırtımı yasladım ve garajın üstündeki odada ışıklar yanıyor mu diye baktım.
Yanıyordu.

On beş yaşındaydım ve evin kenarından koşarak pencere kafesine tırmanıp penceresine yakın ağaç dalına maymun gibi tırmanmayı tasarlamıştım. Onu bir kez daha görebilmek için. Ona yeterince yaklaşık çadırdaki gibi kalp atışımın, kan akışımın artması için. En az on dakikalığına o gün onunla birlikteymişim gibi hissetmek için. Keşke şimdi bunu yapabilsem.
Ama korkaklık ettim. Yıldırım çarpmasından önce hayal ettiğim o havalı çocuk olmak yerine geri dönüp eve gittim. Odama, tüm sorularımın hâlâ cevaplanmayı beklediği yere döndüm. Hoşlandığım çocuğun problemi hakkında hiçbir şey bilmediğim için kalbimin uyuşmuş ve boş olduğu o yere...

Tek bildiğim, adımı söylediği zaman hissettiğimdi.
Tren raylarının yanında onunla dururken hissettiklerimdi.
Beni bırakıp uzaklaşmasının beni tüm hayatım boyunca olduğumdan daha kafası karışık bir halde bırakması gibi.

Park Chanyeol'u unutmaya yemin edişim o geceydi, çünkü karşılaşabileceğim şeyden korkuyordum. Genç beynim neden bunu yapmam gerektiğine dair milyonlarca bahane buldu. Ancak size karşı dürüst olabilirim; korkmuştum. Üç ay içinde kız kardeşi Tracy vasıtasıyla Sehun'la tanıştım ve çıkmaya başladık. Çünkü ilgiliymiş gibi görünüyordu ve tatlı olduğunu düşünüyordum.

İlk gerçek öpücüğüm ondandı ve birlikte eğleniyorduk. İçimde hiçbir karıncalanma veya panayırın ilk günü olduğu gibi bir sarhoşluk hissetmiyordum. Aslında, akışına bırakmıştım. Diğer taraftan bir zamanlar bildiğim bir ressamla ilgili tüm bildiklerimi inkâr ediyordum.

Oradan buradan, harika bir yerde sergi açtığını duymuştum. Pazar günleri, karikatürlere gelene kadar gazete sayfasını çevirip mısır gevreğimi yerken çalışmaları gözüme takılıyordu.

O boşluk... O kalbimdeki lanet delik... Asla gerçekten kapanmadı. Liseye başlayıp, yapmak istediğimin avukatlık olduğuna karar verip Münazara Takımı'na katıldıktan sonra bile kapanmadı. Jongdae'nin okul danslarını planlamasına yardım ettikten sonra bile. Bebek bakıcılığı olabildiği kadar fazladan para kazandırıyordu. Tüm o zamanlarda bile bir şeyler eksikti.

Bundan yıllar önce yetenekli sanatçıya çizgilerin içini boyamasını söyleyen o küçük oğlandan daha iyi bir insan olmaya odaklanmıştım. Durum biraz yüzme havuzunun ortasındaki sala yüzmeye benziyordu. Halimden memnundum. Mutluydum, çünkü sıradandı. Bu, hayattı.

Jongdae ve ben takıldık.
Sehun ve ben oynaştık.
Ev ödevleri teslim edildi.
Oradaydım.
Ancak gerçekten ilerlemiyordu.
Yanlış duyguların güvenliğinde uyuşmuş haldeydim. Ters köşe ister gibi bir hali vardı. Yine de sizi ayaklarınızın üzerinde tutuyordu.

Chanyeol'un "durum" una özellikle bakmamıştım. Ve evet, burada parmaklarımla tırnak işareti yapıyorum.

İçimde bilmek istemeyen bir yan vardı. Bir şekilde eğer onun tecrübe ettiklerinin ne olduğunu tamamıyla bilirsem, sonra onunla ilgili hatıralarım değişir veya ona farklı bakmaya başlarım diye düşünüyordum. Ve bunu istemiyordum, çünkü onunla ilgili sahip olduğum hatıralar, ölümden dönmeme sebep olanlar bile, çok güzeldi.
Onu düşündüğüm zaman iyi  hissediyordum.

Neyin "yanlış" olduğunu bilmek ikinci kez düşünmeme ve onun attığı her adımı analiz etmeme sebep olabilirdi. Ve onunla olan etkileşimimi... Ve annesinin soğukkanlı halini...

Bazı şeyleri inkâr edip bahane üretmekte gerçekten ama gerçekten iyiydim. Siz de öyle değil misiniz?
Her neyse. Bunun,Chanyeol'un engelli olduğu anlamına geldiğini düşünerek yanlış anlamıştım.
Açıkça üzerine bir damga gibi yapışmıştı, değil mi? O an bilmediğim ise bu spektrumdan mustarip, tanıdığımız daha pek çok insan olabileceğiydi.
Mesela ünlüler.
Araştırabilirsiniz.
Hiç aklınıza gelir miydi? Muhtemelen hayır. Ancak eğer biliyor olsaydınız,onlara daha farklı bakmaz mıydınız? Onların vücut dillerini tarayıp gördüğünüz her şeye, "Ah, evet. Şimdi anlaşıldı," demez miydiniz? İşte bu nedenle bilmek istemiyordum. Chanyeol'u bir daha hiç görmezsem, belki onunla ilgili değerli hatıralarımı bozmaya ihtiyaç kalmaz diye düşünüyordum.

Olayların olumlu değil de olumsuz yönde değişeceğini düşündüğüm için gerçeği öğrenmekten korkan tam bir salaktım. Belki de kaldırabileceğimden fazlası olmasından korkuyordum. Ancak kendim hakkında her şeyi unutuyordum; fazlasıyla inatçı ve sadıktım. Aslında inatçı bir arızaydım.

Daha sonra, onun için her şeyi yapacağımı hızlı bir şekilde keşfettim.
Her şeyi.

Gerçekleşeceğini biliyordum, çünkü onu unutmaya kendimi zorlamaya başladığım anda, Park Chanyeol lisedeki son senemin ilk gününde okulumdan içeri adım attı.

Kilitli dolabı benimkinden birkaç adım uzaktaydı.

Ve gerçek hayatta, aklımın gerilerinde kalan solmuş resimdeki halinden daha güzeldi.

azureHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin