17.Bölüm

3.5K 466 75
                                    

Bir hafta arayla tekrar penceresine tırmanmama ne tepki göstereceğini merak ediyordum. Bir parçam, yanına gittiğimde kendini kaybedip kaybetmediğini merak ediyordu. Diğer parçamsa onun iyi olup Bayan Park'ın gelmem için abartıp abartmadığını merak ediyordu.

Eve girmek üzereyken Jongdae'yi aradım; muhabbetimiz şuna benziyordu:
"Annesi bize geldi..."
"Ondan nefret ediyorum."
"Böyle olmasını istememiş. İlk bana söyleyip söylemeyeceğini sormuş."
"Hmm. İyi. Nefretimi daha sonraki bir zamana ayırıyorum."
"Bana kendisinin resmini çizmiş. Her yerine seni seviyorum yazmış"
"Gerçekten mi?"
"Evet. Şimdi onlara gidiyorum."
"Sonra beni ara."

Arabam diğer taraftaki komşuların tarafına park etmek bile canımı sıkmamıştı. Hava kararıyordu ve Bay Park'ın deli gibi saatlerce çalıştığını biliyordum. Kapıyı çalmam gerektiği halde, son seferdeki gibi tel örgüden tırmanmaya ihtiyacım varmış gibi hissettim. Ve yaptım, kalbimin gürültüsü kulaklarımdaydı ve tırmanırken ellerim endişeyle titriyordu. Ama ilk mandalı kontrol ettiğimde pencere yine kilitli değildi, gözlerimden yaşlar dökülmeye başladı ve ciddi ciddi tırmanmadan önce derin bir nefes aldım. Burayı kilitlememekle ne düşündüğünü merak ettim... veya belki ben gelirim diye her gün buranın kilitli olup olmadığını kontrol etmeye geliyordu.
İki türlü de berbat hissettim...

Körü körüne odaya daldım, pencerenin girişinden adımımı atarken Tanrı'nın beni bir kez daha yalnız bırakmayacağını umdum. Sağıma döndüğümde çizim odasının boş göründüğünü fark ettim. Her şey kaldırılmıştı. Kötü hissettim. Garip. Burayı daha önce hiç böyle görmemiştim. Tabii ki Chanyeol beni daha önce bırakmamıştı da.

Birkaç saniyeliğine kendimi hazırladıktan sonra kapıya doğru yavaşça yürüyüp koridorun ucundaki odasına baktım, açıklıktan müzik sesleri geliyordu. Odasının lambasının kapanmasını, gölgesinin gözüküp adımlarının kayboluşunu izledim. İleri ve geri. Gitmeye hazırlanıyordu. Veya adımlarını mı ölçüyordu? Zamanlamayı boş verip açık kapısına doğru süründüm ve eşikte durdum, adım atışını, sonra geri dönüşünü izledim; elleri bir şey aramaya başladığında gözleri hüzünlüydü, sonra durdu ve sonra tekrar, tekrar harekete geçti. Hayal kırıklığına uğramış gözüküyordu.

Duvarına kibarca vurdum, birden bire döndüğünde nefesimi tutup yüzüne baktım. Sadece baktım. Hiçbir kelime yoktu.

"Selam." Sessizce seslendim. 
Tepkisi beni şaşırttı. Gözümü açıp kapayana kadar beni duvara yaslayıp yüzünü boynuma bastırdıktan sonra derince bir nefes aldı ve ciğerlerimdeki tüm havayı sıkıştırdı.
"Hiçbir şey işe yaramıyor," diye başladı, tekrar konuşmayı denerken elleri benim yanlarımdaydı. "Denedim. Yine denedim. Ama olmadı. Odaklanamıyorum. Yapamıyorum... Yapamıyorum..."

"Üzgünüm."
Kendimi durdurmak zorundaydım. "Daha erken gelemediğim için özür dilerim."

"Üzgünsün. Seni incittim. Bir şeyler benden uzaklaşmanı sağladı. Doğru mu?"
Burnu kulağıma baskı yapıyordu, gözyaşlarımla savaşmalıydım, çünkü tamamen anlamamıştı. Bildiğim kadarıyla Bayan Park'ın kelimelerini tekrarlıyordu. 
"Gidiyorsun."

Vücudu sertleşti ve ayaklarına bakarken benden uzaklaştı. "Eğer kalsaydım daha çok mu hoşuna giderdi?"

"Hayır!" Yalandı. Ama olmamalıydı. "Bu... çok... muhteşem bir fırsat senin için. Gitmelisin."
Gözleri kısa bir süre benimkine baktı. "Ama gittiğinde seni çok özleyeceğim."
Birazcık başını salladı.

"Annen doğum günü hediyemi verdi. Harika. Teşekkür ederim."
Yüzünü üzgün bir gülücük kapladı.
"Benimle birlikte olmanı istiyorum."
Kalbimdeki acı bin kat daha arttı. "Biliyorum." Elimi yanağına koydum. "Çok düşüncelisin. Kelimeleri çizmen mesela..."

azureHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin