Uyuyakalmıştım. Derin değildi belki ama yorgundu, huzursuzdu, keyifsizdi bu uyku. İçi kabuslarla, gözyaşlarıyla doluydu. Sırf bu yüzden, bana seslenişini duyamamış, bunu tekrarlamasına neden olmuştum. "Ufaklık!" demişti en son, adımı kullanmak yerine Ufaklık demesi daha çok hoşuma gidiyordu aslında, bunu hep söylesin istiyordum. Bana hep bu şekilde seslensin..
Yerimden kalkarak uyuşmuş bacaklarımı kıpırdattım, öyle çok karıncalanmışlardı ki, bu yüzümdeki ifadeyi bile değiştirmişti ancak onun yanına varmak için ölüme katlanmaya bile hazırdım. "Buradayım." dedim yanına oturup bana gülümseyen yüzüne bakarken. "Çok mu seslendin bana?" Başını iki yana sallayarak koluma tutundu, doğrulmak istediğini anlayarak beline sarıldığımda çıplak tenine dokunan parmak uçlarım alev aldı, bu öylesine tuhaf bir histi ki, ister istemez uzaklaşma isteği doğuyordu içimde. Gözlerimi üzerinden çekip olası bir bakışmayı önlemek istediğimde çöpü boylayan yırtık gömleğine daldı gözlerim. Bir daha böylesine korkunç bir an daha yaşamayalım istedim, o an sırf bunun için dua ettim. "Sayıklıyordun." Gözleri doğrudan yüzüme baktığında bile gözlerine bakamıyordum, sol elinin parmakları çenemi kavrayıp bakışlarımı kaldırdığında bile yapamamıştım bunu. Serumu çıkaralı saatler olmuştu ancak bakışlarımı çeken elinin üstünde hala bariz bir morluk vardı ve daha da çok büyüyecekmiş gibi görünüyordu. "Sanırım kabus görüyordum." dedim gülümsemeye çalışarak, benim küçük bakışlar attığım eli çenemden uzaklaşıp elimi kavrarken kalbim şiddetle çarpıyordu. "Bu kadar çok korkmana sebep olduğum için kendimden nefret etmeye başlıyorum doğrusu." Benim aksime gülerken gözlerimi endişe ile gözlerine dokundurdum. "Sakın böyle düşünme!" Parmaklarım refleks olarak parmaklarını sıktığında sadece dile getirmek istediklerim vardı aklımda. "Yani, kendinden nefret etmene gerek yok, ben iyiyim." Kazayı yapan sanki benmişim gibi yeniden güldüğünde şaşkınlığım büyümüştü, bunu belli etmemeye çalışırken içten içe seviniyordum da. Ona bir şey olsaydı, içimde tuttuklarım beni öldürmeye yeter de artardı. "Ben iyiyim ancak Suri.." Gözlerim Suri'nin verdiği o tepkiyi geri getirdiğinde başımı olumsuz anlamda sallayarak yeri izledim bir süre, Zayn'e ne diyeceğimi daha doğrusu sakin olmasını sağlamak için nasıl yaklaşacağımı bilmiyordum. Aslında onun Suri'ye gerçekten önem verip vermediğinden de haberim yoktu, bazen çok çok iyi davranırken bazen durgundu ancak bu durumun bambaşka olduğunu ikimiz de kabullenmiştik. "Suri'ye bir şey mi oldu yoksa?" Onca acısına rağmen yataktan fırladığında onu sakinleştirmek için omuzlarını tutmak zorunda kalmıştım. "Sakin ol, o iyi. Sadece senin için çok endişelendi ve öldüğünü düşünüyor." Hayretler içinde kalan yüz ifadesi yerini ansızın üzüntüye bıraktığında başını geriye yaslayarak mırıldandı. "Aman Tanrım." Dudaklarının arasına yerleştirdiği yumruk yaptığı elini dişlerken başını iki yana sallıyordu. "Eğer istersen.. Onu arayabiliriz." Elbette bu teklifin cazip geleceğini biliyordum, Suri için Zayn ne ise, Zayn için Suri oydu. Artık netleşmişti bazı şeyler, bunu görmek zor değildi. Bunu, onun yüzündeki gülümsemeden bile anlamak mümkündü. "Bunu sahiden yapar mısın Ufaklık?"
Yüzümde ansızın beliren bir gülümseme vardı ve buna engel olmak oldukça zordu, ona başımı sallarken zorlukla konuşmaya çalıştım. "Elbette yaparım." Üzerinden uzanarak ilaç kutusunun yanına koyduğumuz telefonuna ulaştım ve öncelikle Madam Margaret'a ulaştım, böylelikle o Suri'nin dadısına, hemen ardından da küçük Suri'mize ulaşacaktı. Telefonun öteki ucunda heyecanla bağırışan sesleri duyduğumda açıklama gereği duyarak fısıldadım. "Bay ve Bayan Malik senin için geri dönmüşlerdi, şu anda evde olmalılar." Pakistan'a giden ailesi, kazayı duyduğu an ilk uçakla geri dönmüştü, şimdi neşeli seslerini duyabiliyordum ve bu bana, Zayn'in hayatta olması kadar iyi geliyordu. Onun gülümseyen yüzüne dalıp gittiğim anda yeniden konuşan Madam Margaret'ın sesiyle kendime geldim, arka planda hala ağlayan Suri'nin sesi varken onu duymak oldukça zor oluyordu. Telefonu, sırf o da duysun diye hoparlöre verdiğimde heyecan içinde bakan gözlerini izliyordum. "Suri?" Adını söyleyerek ilgisini çekmeye çalıştığımda ortamda derin bir sessizlik oluştu, duyduğumuz tek ses Suri'nin hıçkırıklarının sesiydi ancak beni pür dikkat dinlediğini biliyordum. Bu yüzden, derin bir nefes alarak yeniden konuştum. "Şimdi beni iyi dinle bebeğim, burada seninle konuşmak isteyen biri var." Kuruyan dudaklarımın üzerinde dilimi gezdirerek bir şeyler söylemesi için Zayn'in gözlerine baktım, şu anda susması gereken bir anda değildik. Bunun farkına vardığını umduğum esnada telefonu kendine yaklaştırarak titreyen sesiyle konuşmaya çalıştı. "S-S-Suri?" Sesini düzeltmeye çalışarak yeniden denedi. "Suri? Beni duyuyor musun canım?" Bir süre hiçbir yanıt alamadığı telefonun ekranına, ardından endişeyle gözlerime baktı. Tam o anda bir şeyler yapmak istedim, ne onun ne de Suri'nin canı yansın istemiyordum, Zayn bana böyle bakarken içim acıyor ancak elimden de hiçbir şey gelmiyordu. Ne yapabilirim, onu yeniden nasıl gülümsetirim derken cevap hiç beklenmedik bir yerden geldi.
"Baba?" Ansızın kulaklarımızı dolduran bu ses, ikimizin de kalp atışlarını hızlandırırken yüzlerimizdeki gülümseme genişleyerek birer kahkahaya dönüştü, küçük kızımız konuşuyordu! Bu büyük bir mucizeydi, belki de Zayn'in kaza yapması iyi bir işe sebep olmuştu. "Suri! Sen konuşuyorsun!" Heyecanla hareket ederken istemeden canını yaktığında yüzündeki ifade bozuldu ancak bu öylesine kısa bir andı ki, telefona yeniden sarılarak konuşmaya çalıştı. "Hadi bir daha söyle kızım, bir daha söyle Suri!" Suri'nin ağlaması kesilmiş, yerini neşeli gülüşmelere bırakmıştı. Hatta bu öyle çok hoşuna gitmişti ki, bunu bir oyun haline getirerek yeniden aynı kelimeyi dile getirdi. "Baba!" Gözlerim Suri'nin aksine gözleri dolan adamın yüzünü izlerken beni fark ederek bedenimi kendine doğru çekti ve elindeki telefonu ortamıza bırakarak tüm gücüyle, sağlam olan koluyla beni sarıp sarmaladı. Kısacık anda neler olup bittiğini anlayamamıştım, omzumda hıçkırarak bir çocuk gibi ağlayan adamı teskin etmek isterken hala sevinç içinde şakıyan kız çocuğunun sesi telefondan odamıza doluyordu. Yeniden konuşarak uygun bir dil ile durumu izah ettiğimde kapanan telefonun ardından omzumda ağlayan adama verdim bütün dikkatimi, onu daha önce ağlarken görmemenin verdiği şaşkınlık yerini zamanla üzüntüye bırakmıştı. Mutluluktan ağlıyordu belki, heyecandan, şaşkınlıktan. Ancak ben onun içine dokunan şeyin yıllardan sonra ilk kez konuşan kızının sesini duymanın verdiği heyecana yoruyordum. Ne kadar güzel bir sesti o, ne anlamlı bir andı. Kollarımın arasında titreyen ve küçülen adamın çıplak sırtını sıvazlarken biraz da beni haklı çıkaracak bir şey söyledi; "Ben çok kötü bir babayım Eva." Derin bir nefes alarak yeniden konuşan adamın sesi göz yaşlarıma yenilerini ekliyordu. "Eğer ona bu kadar ilgisiz davranmasaydım çoktan konuşmuş olurdu."
"Yeniden başlamak için geç kalmadın." dedim ona. Bu biraz da teselli cümlesiydi belki. "Eğer izin verirsen, ben de yanında olmak istiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ufaklık | zm
Fanfiction"'Koca' kelimesinin ne anlama geldiğini biliyor musun?" Sessizce düşündü, alt dudağını dişledikten sonra bakışlarını gözlerime çevirdi. "En azından kocaman olmadığını biliyorum." Hayran Kurgu içinde #10