24

7.1K 422 48
                                    

Yaz tatili geliyordu ve ben neredeyse mezun olmak üzereydim. Ancak Zayn öylesine meşguldü ki, bunu fark edebileceğini sanmıyordum. Hatta mezuniyet törenine gelebileceğine ihtimal bile vermiyordum doğrusu. Sıkıntıyla iç çekerek oturduğum pencerenin önünden ayrıldım ve elimdeki kitabı yatak odasının kitaplığına usulca yerleştirdim. Bu esnada Suri'nin öğlen uykusunda olduğu aklıma gelmişti, onu kontrol etmem gerekiyordu çünkü hain bakıcısı aylar önce evi terk etmişti. Hoş, Suri'nin bizimle daha mutlu olduğunu biliyordum, doğrusu her gün yatağın solundan kalkmış gibi davranan bir kadın yerine ailemi görmeyi ben de tercih ederdim.

Yatak odasından çıkarak uzun koridorun sonundaki odaya yürüdüğümde düşüncelerim bir anlığına uçup gitmişti sanki, Suri ile ilgilenmek bir şekilde bana iyi geliyordu, adeta yeni biri oluyor ve geçici de olsa sıkıntılarımı unutuyordum. Bir şekilde birbirimizi anladığımızı düşünüyordum belki. Ben yıllarca yetimhanede tek başıma, bir ailenin özlemini çekmiştim ve o, aynı evin içindeki en büyük varlığından mahrum kalmıştı. Bunun hiçbir tarafında adalet yoktu ve bu küçük kızın ilerde eksiklerini hatırlamasından korkuyordum, eğer yeniden aynı kıza dönüşürse bu sefer Zayn onu tutamazdı.

Sessizce araladığım odanın kapısından içeriye uyuyalı sadece on beş dakika olan küçük kızı izlerken yüzümde oluşan o gülümseme bana hala hayatta olduğumu hissettirmişti, hala hayatta ve hala yaşıyor oluşumu. İşin en güzel ve en önemli parçası ise, ne ara eve girdiğini ve Suri'nin yatağına sızdığını bilmediğim bir adamın, kendi öz kızını kollarının arasına almış, korumacı bir tavırla sarılmış olmasıydı. Ağzım hayretle açılırken bu eşsiz tabloyu öylesine çok beğenmiştim ki, bakmaya doyamıyordum. Elbette Suri bunun farkında değildi ancak uyandığı zaman babasını yanında görmenin ona vereceği mutluluğu şimdiden hayal edebiliyordum, keşke Zayn tüm bunları çok daha önceden sergilemeyi başarabilseydi diye geçirdim içimden. O aslında harika bir babaydı ve öyle de kalacaktı.

Dolmaya yüz tutan gözlerimi kurulayarak sessiz ancak hızlı adımlarla odada kalan telefonumu alarak geri döndüğümde ikisi de uykusundan bir şey kaybetmemiş halde birbirlerine sokulmuştu, kapıyı biraz daha aralayarak kamerayı açtım ve onların birkaç küçük pozunu yakaladım, bu öylesine keyifli öylesine aşk dolu hissettirmişti ki, onlara bakmayı kesemiyordum. Telefonumu kendimden uzaklaştırmayı başarıp yorgun görünen ve küçücük beşiğin içine eğilip bükülerek kıvrılan adamın ayakkabılarını hassasiyet ile çıkararak yere bıraktım. Onu az çok anlayabiliyordum, sabah akşam demeden çalışıyor ve çoğu zaman yatağa bile gelmeden, çalışma masasının üzerinde sızıyordu. Yorgun olduğunun da farkındaydım ancak o rahatlık yerine kızının beşiğinde sıkışarak uyumayı tercih etmiş, aradığı gerçek huzuru kızının kokusunda bulmuştu. Benim için bundan daha büyük bir mutluluk olamazdı sanırım. Bu eve girdiğim ilk gün, kendime verdiğim sözü geç de olsa yerine getirebildiğim için huzurlu ve mutluydum. Bu bir mucizeden de fazlasıydı sanırım, kızıyla yıllarca iletişimi reddeden bir adamın ansızın değişmesi, kalbimi titretirken onların üstünü örtüp sessizce odadan çıktığımda kendimi bulduğum ilk yer arka bahçe olmuştu.

Hayatımda hiçbir zaman yalnız hissetmemiştim, yetimhanedeyken bile etrafımda hep birileri olurdu fakat şimdi öylesine yalnızdım ki. Bu yalnızlık, sıradan bir yalnızlık da değildi. Bir şeyler başarmış olmanın verdiği haz, kimseye paylaşamamanın verdiği yalnızlığı beraberinde getirirken dudaklarımdan küçücük bir hıçkırık kaçtı, bu öylesine derin bir yalnızlık ve boşluktu ki, ağladığımı bile fark ettirmemişti bana. Sadece düşünüyordum, bir ailem olsaydı her şey daha mı farklı olurdu? En az Suri'nin yıllarca içinde biriktirdiği yalnızlık kadar büyük müydü yalnızlığım? Sorular ardı ardına geliyordu fakat cevapları yoktu. Hayatımda belki de ilk kez bir aileye ihtiyaç duyarak oturduğum ilk taşın üzerinde kıvrıldım. Mutluluğumu paylaşabilecek hiçkimsenin olmaması ilk kez yakıyordu canımı. Bu his.. neden bu kadar yabancı ve düşmandı bilemiyordum.

Kalbimin içinden sökülüp gelen damlalar, karnımı tutan kollarımı kavrayan parmaklarla daha çok şiddetlenirken omzuma yerleştirdiği çenesinin sıcaklığını almıştım, içimde ilk defa kopan bu anlamsız fırtınalara açıklık getiremezken söylenmeye başlamıştı. "Her şeye ağlayacak mısın böyle?" Onu daha önce hiç böyle görmemiştim, sesindeki titreme ve ardından gelen küçük hıçkırık yüzüne dönmeme sebep olurken kızaran yanaklarına aldırış etmeden sinirle soludu. "Sana ağlamayı yasaklıyorum tamam mı?" İşaret parmağı, sinirle hareket ederek üstüme çevrildiğinde onu ilk kez böyle görüyordum, acaba ömründe kaç kez ağlamıştı? "Aptal!" diyerek soludu, gözlerinden hızla akan binlerce tane yüzünden iyi göremediğini fark edebiliyordum, ondan farksız değildim de. Ancak o beni yakalayıp sert, can yakıcı bir hamle ile göğsüne kapadığında parmaklarım tutunacak tek dalımın etrafına sarılmak için endişe korku ve acele ile hareket etmişlerdi, sanki her an o da kırılacakmış gibi. Sıcak göğüs kafesinde, hayatımda ilk kez haykırarak ağladığım bu adam, gözyaşları içinde avuç içiyle azarlarcasına aynı zamanda şefkatinin büyüklüğünü gösterecek kadar yumuşak bir şekilde omzumu döverken hıçkırıklarından doğru düzgün konuşamıyordu fakat yine de deniyordu.

"Aptal!" Bir kez daha azarlayarak konuştuğunda kolları daha da sıkmıştı bedenimi. "Senin ailen benim!" Kendinden emin söylemişti bu cümleyi. "Senin annen de, baban da benim!" Artan gözyaşları saçlarımı ıslatırken benden birkaç santim uzaklaşıp yüzümdeki yaşları avuç içiyle, biraz hoyratça kuruladı. "Sen bana kızımı geri verdin.." dedi fısıltıyla çıkan sesiyle ve devam etti. "Senin ailen benim, duydun mu?" Alnımı okşayan dudakları ve hala çenesinde toplanıp sicim gibi akan gözyaşlarıyla son kez mırıldandı. "Senin her şeyin benim."

Ufaklık | zm Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin