Hiçbiri onu hiddetlendiren kişi olmak istemiyordu...
Sınıfa Vergilius'u açmalannı söylemekle yükümlü olan Declan ise yavaş sesle, "Bence kol güreşi yapıyorlardı. İkisi de mosmordu. Bay Dunne sanki sırtına bıçak dayayan biri varmış gibi konuşuyordu" demişti.
Çocuklar gözleri yuvalanndan fırlayarak Declan'a bakıyorlardı. Hayal gücü zengin bir çocuk olmadığı için söyledikleri doğru olmalıydı. Sessizce Vergilius'larını açtılar. Açtılar, ama çalışmaya veya çeviri yapmaya yeltenmediler. Böyle yapmaları söylenmemisti ki... Hepsi Aeneis, TV. kitabı açmışlardı, korku içinde kapıya bakarak Bay Dunne'ın her an kürek kemiklerinin arasından kan fışkırarak kapıdan görünmesini bekliyorlardı.
Açıklama o öğleden sonra yapıldı. İki bölümlük bir açıklamaydı.
Eylül ayında Bay Aidan Dunne'm yönetiminde bir pilot proje başlayacaktı, projenin adı Yetişkinlere Eğitim Smıfları'ydı. Emeklilik yaşı geldiği için görevinden ayrılan Bay John Walsh'm yerine Bay Anthony O'Brien atanmıştı.
Öğretmenler odasında herkes Tony kadar Aidan'ı da kutluyordu. İki şişe köpüklü şarap açmışlardı, fincanlarla kadeh kaldırılıyordu.
Gece kursu konusu daha önce de gündeme gelmiş, ama her seferinde geri çevrilmişti. "Yanlış bölge" deniyordu, "Yetişkinlere eğitim veren diğer kurumlarla rekabet çetin olur" deniyordu, "O saatten sonra okulu ısıtmak sorun" deniyordu, "Hademelere fazla mesai yaptırmak zor" deniyordu, üstelik bütün bunların okulun olanaklarıyla yapılması gerekiyordu... Nasıl olmuştu da önceleri hep geri çevirilen bu öneri birden tekrar gündeme gelmiş ve olumlu bir sonuca varılmıştı ?
Okul fincanlarına biraz daha köpüklü şarap dolduran Tony O'Brien, "Demek ki Aidan onlan nasıl razı edeceğini bildi..." diyordu.
Sonra eve dönme zamanı geldi.
- Ne diyeceğimi bilemiyorum, dedi Aidan yeni müdürüne.
- Bir anlaşma yaptık. Sen istediğini elde ettin. Doğru eve git ve karma, ailene böylece anlat. Gerçekten istediğin şeyin bu kursları açmak olduğunu söyle. Doğrusu da bu... Sen sabah gece insanlarla kavga etmek istemiyorsun. Müdürlük ise bundan ibaret. Söylediklerimi unutma ve olayı ailene böyle anlat.
- Sana bir şey sorabilir miyim, Tony ? Aileme nasıl anlatacağıma neden bu kadar önem veriyorsun?
- Basit bir nedenle. Söylemiştim ya, sen bana lazımsın, sana ihtiyacım var. Ama bana ancak mutlu ve başarılı biri olursan faydan dokunur. Kendini onlara eskisi gibi kendine acıyan, ezilip geçilecek biri olarak gösterirsen, sen de kendini öyle algılamaya başlarsın da ondan...
- Mantıklı bir cevap.
- Onlar da istediğini elde edişine memnun olurlar.
Aidan kapıdan çıkarken bir an durakladı, okulun dökülen boyalarına ve paslı kapı kilitlerine baktı. Tony haklıydı. Böyle bü-
yük bir işin neresinden başlayacağını bilemeyecekti. Sonra gece kursu için Tony'yle seçtikleri ek binaya göz attı. Kendine ait girişi vardı. "Okulun içinden geçmelerine gerek yok" diye düşündü. Ayrıca vestiyeri ve iki büyük sınıfı vardı. "İdeal bir yer olacak" dedi.
"Tony tuhaf biri" diye düşündü. Başka denecek bir şey yoktu. Ailesiyle tanışması için onu evine davet emişti, ama Tony, "Daha erken" demişti. "Eylüle kadar bekleyelim, yeni dönemde gelirim" demişti.
- Eylüle kadar neler olacağını kim bilebilir?
Aynen böyle demişti. İki sol ayakkabı kadar uyumlu olmalarına karşın yine de Mointainview'a bu ikiliden daha iyisini bulmak olanaksızdı..
Okulda kalan Tony O'Brien derin bir nefes aldı. Bundan böyle odasının dışında sigara içmemeye kararlıydı.
Aidan Dunne'm okulun kapısını tutmasını, hatta usulca okşamasını seyrediyordu. Aidan iyi bir öğretmen ve iyi bir insandı. Gece kursuna razı olmakla sergilediği özveriye değecek biriydi. Kaynağını yaratması beklendiğine ve bu da olanaksız olduğuna göre şimdiden komitelerle, devlet daireleriyle tartışmaya başlaması gereksizdi.
Aidan'ın ailesine okulda olanları en doğru biçimde anlatmasını ümit ederek tekrar içini çekti. Yoksa, uzun zamandır gerçekten bağlanabileceği biriyle karşılaşmayan Tony ilk kez ciddiye alacağı birini bulmuşken, Grania Dunne'la ilişkileri çetin kayalara çarpabilirdi.
Aidan, akşam yemeğinde, "Sizlere verilecek iyi bir haberim var" dedi.
Sonra gece kursundan, hazırladığı pilot programdan, ek binadan, kendisine verilecek ödenekten ve İtalyan kültürü ve edebiyatı derslerinden söz etti.
Heyecanı bulaşıcıydı. Karısı ve kızları sorular sordular. O binada posterleri, haritaları ve resimleri asacak yeterli duvar var mıydı ? Astıkları şeyler hafta boyunca indirilmeden duvarda asılı kalabilecek miydi ? Ders vermek için ne tür uzmanlara ihtiyaç vardı ? İtalyan yemekleri de öğretecekler miydi ? Ya opera aryaları ?
Nell, "Müdürlüğe bir de bunlar eklenince çok yorucu olmayacak mı ?" diye sordu.
- Yok canım. Müdürlük yerine bunu yapacağım, canlı bir sesle, sonra yüzlerine baktı. Kimsede en ufak bir değişiklik yoktu, anlattıklarını geçerli bir seçenek olarak gördükleri belliydi. İşin tuhafı artık kendisi de yavaş yavaş buna inanmaya başlamıştı. Belki o deli Tony O'Brien zannedildiğinden daha akıllıydı. Gerçek bir aileymişler gibi konuştular. Hangi düzeyde ders vereceklerdi ? Acaba tatilde İtalya'ya gideceklere yeterli günlük konuşma İtalyancası mı olmalıydı? Yoksa çıtayı daha yükseltmeli miy diler? Aidan'ın not alabilmesi için tabakları bir kenara itmişlerdi.
Sonra, çok sonra Brigid, " Müdür sen olmayacağına göre kim olacak peki?" diye sordu.
- Tony O'Brien diye birisi. Coğrafya hocası, iyi biridir. Mountain-view için iyi olacağına inanıyorum.
- Bir kadını seçmeyeceklerinden emindim, dedi Nell burnunu hafifçe çekerek.
- Adaylar arasında iki de kadın vardı sanırım, ama sonunda doğru seçimi yaptılar, dedi Aidan. Vereceği iyi haberi kutlamak için getirdiği şaraptan kadehlere biraz daha doldurdu. Yakında yeni odasına taşınacaktı. Bu akşam duvara yaptırtacağı rafların ölçüsünü alacaktı. Okuldaki öğretmen arkadaşlarından biri boş zamanlarında marangozluk yapıyordu, hem kitaplığını hem de İtalya'dan aldığı tabakları yerleştireceği rafları o yapacaktı.
Kimse sessizce yerinden kalkıp odadan çıkan Grania'yı fark etmemişti.
Oturma odasında oturmuş gelmesini bekliyordu. Gelecekti. Gelip ondan ne kadar nefret ettiğini söyleyecekti. En azından bunu söylemek için geleceği kesindi. Kapı çaldı. Grania, gözleri ağlamaktan kıpkırmızı, karşısında duruyordu.
- Sana bir kahve makinesi aldım, dedi. Bir de en iyisinden Kolombiya kahvesi. İyi yapmış mıyım ?
Grania odaya girdi. Gençti, ama güven dolu değildi. Daha doğrusu artık güven dolu değildi. "Ne hergeleymişsin ama! Ne korkunç, yalancı bir hergele..."
- Hayır değilim. Sesi çok sakindi. Ben namuslu bir adamım. Buna inanmanı istiyorum.
- Sana inanmamı nasıl bekliyorsun? İçinden bana gülüyordun, babamla sinsi sinsi alay ediyordun. Kahve makinesine bile için için gülüyordun. İstediğin kadar gül... Buraya dünyanın en aşağılık adamı olduğunu söylemeye geldim. Temennim bir daha senin gibi birine rastlamamak. Çok uzun yaşamayı, çok insan tanımayı diliyorum. Ama asla senin gibi karşısındakilerin hislerine önem vermeyen birine kanacak, öyle birine inanacak kadar gafil olmamak için dua ediyorum. Eğer bir Tanrı varsa, lütfen Tanrım karşıma çıkacak insanların en aşağılığı bu adam olsun! Üzüntüsü o kadar derinden geliyordu ki Tony elini uzatmaya bile cesaret edemedi.