Çocuklan olmamıştı, ikisi de aynı lokantada çalışıyordu. Patrick -Yastık Yüzü'nün gerçek adı Patrick'ti- aşçıydı, Brenda da yönetici.
Lokantanın sahibi başka bir ülkede yaşıyordu ve yönetimi ikisine bırakmış olmaktan memnundu. "Parasal yükümlülük taşımadan sanki sahibi bizmişiz gibi" diye yazmıştı Nora'ya. Brenda, mektuplarında çok mutlu görünüyordu, ama Nora gibi yalan söylemediğinden nasıl emin olunabilirdi ?.
Nora Brenda'ya da gerçekleri anlatmıyordu. Doğduğu İrlanda köyünden çok daha ufak bir yerde geçirdiği yıllardan, piazza'mn2 karşısında oturan adamın aşkından, onu görmek için başvurduğu yalanlardan, adama duyduğu tutkudan ve adamın yıllar geçtikçe onu görmek için daha az çaba harcamaya başladığından söz etmiyordu.
Annunziata adlı köyün güzelliğini, siyah ferforje balkonlu bembeyaz evlerini, her evin nasıl sardunya veya zambaklarla dolu saksılarla süslü olduğunu anlatıyordu. "Bizdeki gibi bir iki saksı değil, çiçek taşan bir sürü saksı" diyordu. Sonra köyün kapısını, orada durup nasıl vadiyi seyrettiğini anlatırdı. "Kilisenin seramikleri öylesine ünlü ki" diyordu, "Her gün onları görmeye gelenlerin sayısı artıyor."
Mario ile Gabriella köyün tek otelini işletiyorlardı. Son zamanlarda turistlere öğle yemeği de vermeye başlamışlardı. Sonuç çok başarılıydı. Bu gelişmelerden, kart ve kilise resimlerini kilisede satan o sevimli Signora Leone ile Annunziata yazılı toprak tabaklar ve çanaklar yapan Nora'nın yakın arkadaşları Paolo ve Gianna da çok memnundu. Sonra yol kenarında sepetlerde portakal ve çiçek satanlar da vardı. Nora bile yaptığı dantelli mendilleri ve masa örtülerini satarak veya İngilizce konuşanlara rehberlik yaparak turistlerden yararlanıyordu. Onları kiliseye götürüyor, tarihçesini anlatıyor, savaşların ve eski Roma kentlerinin yerlerini gösteriyor, asırlar önce yörede yaşanan maceralardan söz ediyordu.
Brenda'ya Mario ve Gabriella'nın beş çocuğu olduğundan hiç söz etmemişti. Onların piazza'mn karşı tarafından o kocaman, kara gözleriyle nasıl ciddi ciddi baktıklarını anlatmamıştı. Kim olduğunu, ondan neden korkup nefret etmeleri gerektiğini bilmedikleri halde, komşulan veya arkadaşlarından farklı olduğunu anlayacak kadar bilmiş o çocuklardan hiç söz etmemişti.
Brenda ile Yastık Yüzü'nün çocukları yoktu. Bu yüzden babalarının otelinin basamaklannda, karşıdaki küçük odanın penceresinde dikiş dikerek olup bitenleri gözleyen Signora'ya bakan asık suratlı, yakışıklı Sicilyalı çocuklar hiç ilgilerini çekmezdi.
Annunziata'da ona böyle diyorlardı... Sadece Signora... Geldiğinde dul olduğunu söylemişti. Aslında gerçek adına, Nora'ya o kadar benziyordu ki... sanki adı baştan Signora olmalıydı gibi geliyordu.
Gerçekten ona önem veren, nasıl yaşadığını gerçekten merak eden kimse yoktu. Böyle biri olsaydı yine de köyde nasıl yaşadığını anlatması zor olurdu. İrlanda'da olsa küçümseyeceği bir köyde... Sineması, dans salonu, süpermarketi olmayan, düzensiz işleyen otobüs gelse bile en yakın yerin çok uzak olduğu bir köy...
2. Meydan, (ç.n.)
Oysa bu köyün her taşım seviyordu, çünkü Mario burada yaşıyor, burada çalışıyor ve bu köyün otelinde şarkı söylüyordu. Çocuklarını bu köyde büyütüyor ve pencerede oturmuş dikiş diken Signora'ya bu köyde selam veriyordu. Nora ise yılların nasıl geçtiğini fark etmeden, zarif bir biçimde başım eğerek selamım yanıtlıyordu. 1969 yılında Londra'da sona eren o şehvet dolu yıllar da Mario ve Signora dışında herkes tarafından unutulup gidiyordu...
Mario da o yıllan özlem, pişmanlık ve sevgiyle anıyor olmalıydı. Öyle olmasa Nora'nın verdiği anahtarla usulca kapıyı açıp yatağına gelir miydi ? Karısının uyumasını bekleyip o sessiz meydanı geçer miydi?... Ay ışığı olduğunda gelmeyeceğinden emindi. Ay ışığındapiazza'yı geçen adamı görecek o kadar göz vardı ki... O gözler Mario'nun karısının yanından çıkıp o yabancı kadına gittiğini anlardı. Şu vahşi bakışlı, uzun kızıl saçlı yabancıya...