Burada kalarak geleneklere karşı gelmeyeceğinizi, ölen adamın ailesiyle birlikte yas tutmaya kalkmayacağınızı anlamıştım o kadar...
Dışarda, otele et getiren kamyonun sesi, çömlekçiye malzeme getiren kamyonetin sesi, okuldan dönen çocukların selamlaşmaları, şakalaşmaları duyuluyordu. Köpekler havlıyordu, bir yerlerde öten bir kuş sesi vardı... Mario daha önce geleneklerden, onurdan söz etmiş bu kavramların kendisi ve ailesi için ne kadar önem taşıdığını anlatmıştı.
Teker teker konuşmaya başladı. "Sanırım ay sonu, Signora Gabriella. irlanda'ya o zaman gideceğim."
Kadının gözlerinde büyük bir rahatlama ve minnet duygusu belirdi. İki eliyle Signora'nın ellerini kavrayarak, "Orada çok daha mutlu, çok daha huzurlu olacağınızdan eminim" dedi.
- Evet, evet, dedi Signora çok hafif bir sesle. Sözcükler o sıcak öğleden sonra sanki havada asılı kalmış gibiydiler.
- Si, si... veramente.6
(6). Evet, evet... gerçekten, (ç.n.)
Ancak yol parasına yetecek parası vardı. Nasıl olduysa arkadaşları bunu fark etmişlerdi.
Signora Leone evine kadar gelerek bir tomar lireti eline sıkıştırmıştı. "Lütfen, Signora. Lütfen. Sayenizde o kadar para kazandık, lütfen kabul edin" demişti.
Paolo ve Gianna da aynı şeyi yaptılar. Signora'sız çömlekçilik böylesine gelişmezdi. "Bunu ufak bir yüzde olarak kabul edin lütfen" dediler.
Yaşamının önemli yıllarını birlikte geçirdiği o yaşlı çift de evi böylesine güzelleştirdiği için bir karşılık vermek istediklerini söylediler.
Havaalanı bulunan bir şehre götürecek otobüse eşyalarıyla bineceği gün Gabriella otelin önüne çıktı. Ne o ne de Signora tek kelime söylemediler, ikisi de başlarını eğmekle yetindiler. İfadeleri ciddi ve saygılıydı. 0 kısacık sahneyi izleyenler kullandıkları sözcükleri duyar gibiydiler. Bir kadının diğerine kelimelerle ifade edemeyeceği şükranlar sunduğunu ve yeni yaşamında şans dilediğini duyar gibi oldular.
Şehir gürültülü ve kalabalıktı. Havaalam ise büyük bir uğultuyla koşuşan insanlarla doluydu. Annunziata'nın mutlu telaşına hiç benzemeyen, göz göze gelmekten kaçınan bir kalabalık. Dublin de büyük bir olasılıkla böyle bir kent olmuştu, ama Signora bunları düşünmemeye kararlıydı.
Hiç plan yapmamıştı. Dublin'e varınca içinden geldiği gibi hareket edecekti. Yolculuğunu gerçekleşmeyecek planlarla bozmamaya kararlıydı. Kimseye geleceğini haber vermemişti. Ne ailesine ne de Brenda'ya. Bir oda tutacak ve her zamanki gibi başının çaresine bakacaktı. Nasıl davranacağım sonra düşünecekti.
Uçakta bir çocukla konuşmaya çalıştı. On yaşlarında bir çocuktu, Mario ile Gabriella'nın küçük oğlu Enrico yaşlarında... Farkında olmadan İtalyanca konuşmuştu, çocuk ise ne dediğini anlamadan başını çevirdi.
Signora camdan dışarı baktı. Artık Enrico'nun veya New York'a giden ağabeyinin başına gelenlerden hiç haber alamayacaktı, mutfakta bulaşıkçılık yapan, şimdi ise Vista del Monte'de tutsak gibi yaşayan çocukla evlenen kız kardeşinden de. Evine kimin yerleştiğini de hiç öğrenemeyecekti. Gelenler Signora'nın o duvarların arasında geçirdiği uzun yıllan ve neden orada yaşadığını hiç bilmeyeceklerdi.
"Geride bırakılan kıtanın kıyılarında neler olduğunu hiç öğrenmeden, gidilen yerde nelerle karşılaşacağını bilmeden denize açılmak gibi bir şey" diye düşündü Signora.
Londra'da uçak değiştirdi. Londra'da kalmak hiç istemiyordu. Başka bir hayatta Mario'yla yaşadığı yerleri yeniden görmek gibi bir özlem yoktu içinde. Çoktan unuttuğu insanlan yeniden aramak veya zor anımsadığı yerleri yemden gezmek istemiyordu. Yok, hayır, Dublin'e gidecek, karşısına ne Çıkarsa göğüsleyecekti.