3そAv&Avcı..ぞ

2.7K 298 490
                                    

"Her bir dokunuşum bedenine deliller bırakıyordu."

İki polis aracı silah sesi gelen dar sokağa girdi. Etrafta kimseyi göremediler, biraz ilerleyip durdular. Devriye polisleri için bugün de uyku yoktu anlaşılan. Öndeki araçtan iki polis indi, etrafı kolaçan etmeye başladılar. Arkadaki araçtan da bir polis memuru, bir de amir indi. Öndeki aracı kullanan polis memuru "Silah sesleri buradan gelmişti," diye amirine bağırdı etrafı süzerken.

Yerde ne boş kovan bulmuşlardı, ne de etrafta bir kişi. Amirleri, önemli bir şey olmadığını anlayıp yanındaki memuruna geldikleri aracı işaret etti. Rahatı bozulmuş gibi bir hâli vardı. Bir an önce sıcak yatağına, çizgili pijamasına kavuşma hayalleri kurarak arabaya doğru yürüdü. Emrindeki polis memurlarının yanlış bir haber verdiğini düşündüğünden suçlar bir tavırla bağırdı öndeki iki memura: "Ayyaşın biriymiş demek ki. Buralarda devriye gezmeye devam edin."

Amir arabaya bindi, şoför memur da arabayı çalıştırdı. İki polis de etrafı süzerken amirlerine güzel bir küfür yağdırıyorlardı. Yanından geçip giden arabanın farlarına gözlerini diken Murad "Olay cinayet, Osman abi!" diye bağırdı. Cinayet işlerine ilgisi olduğu belliydi bu devriye polisinin. Osman gülerek "Ne oldu lan yine, ne cinayeti?" diye sordu.

"İnsanlık öldü, katili de bizim şişko amir! Bu saatte dikti yine bizi buraya, işin yoksa sabaha kadar gez, dur."

"İnsanlık öyle bi öldürülmüş ki Murad'ım, katili bir değil, bin tane."

Saat on ikiyi geçtikten sonra, böyle de güzel cümleler sarf etmeye çalışan iki memur da arabaya binip, İstanbul'un iyice kararan sokaklarına çevirdiler arabalarının burnunu...

İğrenç bir gecenin ardından kendimi huzurlu bulduğum yere dönmüştüm yine. Bana her türlü kötülüğü kısmen unutturan yere... Evime... Yere düşen kovanları da toplayıp doldurmuştum cebime. Ne devriye polislerini uğraştırmak istedim, ne de kendim uğraşmak... Anahtarımı arıyordum tüm ceplerimi karıştırarak. Kafam allak bullak olmuştu, ne yapacaktım, bilmiyordum. Paltomun iç cebinde kaybolan anahtarımı çıkarıp anahtar deliğine sokarken telefonumun titrediğini hissettim, arayan Kazım'dı. Nasıl unuturdum ben bu çocuğu? Telefonu açtığım gibi soru sormaya başladı.

"Eve geldim Amirim, söylediğin gibi. Ne olduğunu söyleyecek misin?"

"İyisin değil mi?"

"İyiyim abi, sen nasılsın asıl?"

"Ben de iyiyim Kazım, sen şimdi dinlenmene bak. Yarın konuşuruz."

Telefonu kapatıp bir an önce kendimi lavaboya atmak için dış kapıyı açtım. Asya... Kapıyı açtığım gibi gördüm onu, melek gibi uyuyordu sızdığı koltukta. Üzerini de örtmemişti, beni bekliyordu anlaşılan. Paltomu portmantoya asıp salona geçtim. Ben de bilirdim paltoyu üzerine sermeyi ama rahat edemezdi paltoyla. Yatak odasına gidip serili olan battaniyeyi kaptım. Uyandırmamak için yavuz bir hırsız gibi atıyordum adımlarımı. Ses çıkarmamak için dikkat edince bulmuştu beni sakarlıklar. Yatak odasından salona geçerken, sağdaki sehpaya ayağım takıldı. Üzerindeki vazoyla birlikte yere düşecekti ki elimdeki battaniyeyi sehpanın ayağının altına serdim, saygıyla eğilmiştim resmen. Vazoyu havada kapıp sehpanın düşmesine izin verdim. Yavaşça yere düşen sehpa, gecenin sessizliğinin kılına bile zarar vermemişti. Sehpayla vazonun birlikteliklerini tekrar sağlayıp battaniyeyi kaldırdım yerden. Daha fazla üşütmemeliydim Asya'yı, o kadar güzel uyuyordu ki... Battaniyeyi usulca serdim üzerine. Uyandırmamalıydım da... Onu böyle sabaha kadar izleyebilirdim. Dizlerimin üzerine çöküp baktım ona, saçlarını okşadım. Acımasız dünyamla, yaşanılabilir dünyamı birbirinden ayıran en kalın çizgiydi Asya. Yanağına bir öpücük kondurup yine sessizce kalkıp gittim başucundan.

Ölümün Planı (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin