12そYorgunBi'Başkomiser..ぞ

1.1K 163 174
                                    

"Dikkatli olun, dikkatli olun. Baki Kara!"

Duvar saatinden aldığı gözlerini kapıda bekleyen polis memuruna çevirdi. Sıkılmış sesindeki sitemle "Kaç saat oldu. Gelmeyecek mi amiriniz?" diye sordu.

Polis memuru kaşlarını çatarak "Daha on dakika oldu ama..." dedi ellerini yana açarak.

"Beni neden burada tutuyorsunuz?"

"Çay suyu koyduk da onu bekliyoruz."

Kabil tebessüm ederek "Devletimizin polisinin de böyle şakacı olması beni ziyadesiyle memnun etti," dedi. Motoruna ne yapmışlardı acaba? Başını belaya sokmamaya çalıştıkça bela onu buluyordu. Yaklaşık on dakika daha bekledikten sonra Başkomiser içeri girdi. Kabil, Başkomiserin masasının önündeki sandalyelerden birine oturuyordu. Komiser de karşısına oturdu. Kabil sert bir şekilde "Kaç dakika oldu, çaylar nerede?" diye sordu, hesap sorarcasına. Başkomiser göz hareketiyle polis memuruna çayları getirmesini emretti. Polis memuru da kafasını sallayıp dışarı çıktı. Polis telsizinden çıkan, hiçbir zaman algılayamadığı sesler eşliğinde "Beni burada tutmak için tek bir neden söyleyin," dedi. Başkomiser parmaklarını birbirine kenetlemiş bir şekilde elini masanın üzerinde tutuyordu.

"Ruhsatsız silah taşıma, sivillerin huzurunu bozma, adam yaralama, cinayete teşeb..."

"Bir tane ya! Bir tane yeterdi," diye sözünü kesti amirin.

"Ha! Bir de ehliyetsiz motor sürmen..."

"Başkomiserim ya..." dedi Kabil, duvar saatine bakarak. Nerede kalmıştı bu adamlar? Masanın üzerindeki polis telsizinden duyduğu konuşmaları da az çok seçebiliyordu artık. "Sohbetinize doyum olmuyor..." derken içeriye giren adamın sesi kesti Kabil'in sözünü.

"Selamünaleyküm."

Başkomiser, şaşkın bir şekilde gelen adama bakarken Kabil de gülümseyerek "Aleykümselam," deyip aldı adamın selamını.

Başkomiser ayağa kalkıp adama yaklaştı, elini uzatıp "Hoş geldiniz," dedi.

"Hoş bulduk Serhat. Bize müsaade eder misin?"

Başkomiser Serhat, Kabil'e dönüp ardından yine önündeki adama baktı. "Tabii, buyurun," deyip kendi koltuğunu gösterdi. "Buraya oturun lütfen."

Adam tebessümle karşılık verdi. Başkomiser Serhat odadan çıkıp kapıyı da usulca kapattı. Adam da Serhat'ın gösterdiği yere oturdu. Kabil'e baktı kaşlarını çatarak.

"Hıncını sivillerden mi çıkarmaya başladın Kabil?"

"Sivil mi? O sivil miymiş? Ayıydı o ayı. Armut verdim ağzına, yemedi. Daha iyisini istiyorsa demek."

"Neyse, bırak şimdi," dedi gülerek. "Sen nasılsın?"

"Bıraktığınız gibiyim be Malik."

"Ruhsatsız silah da taşıyormuşsun."

"O kadar tır silaha ruhsat çıkarmak..." deyip bacak bacak üstüne attı.

"Ne tırı?" diye merakla yerinde doğruldu Malik.

Ödevini yapmış bir öğrenci gibi gülümsüyordu Kabil. Tabii ödev yaptı diye öğretmene "Hocam, ödev vardı!" diyenlerden de hâlâ nefret ediyordu. Zamanında bir arkadaşını fena benzetmişti sırf bu yüzden.

"Mit tırları..." dedi dalga geçercesine. "Ne tırları olacak Malik, silah tırları işte."

"Kimin?"

"Artık bizim. Cüneyt'in mallarına çöktük. Kaptan artık silah işini ona bırakmaz. Arada kardeşi gitti ama..."

"Kardeşini mi öldürdünüz?" dedi soğukkanlılıkla.

Ölümün Planı (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin