ne demek bu ?

14 0 0
                                    

Mutfakta oturmuş yemek yiyorduk. Melih , Ereni içeri almıştı. Eren ise kendi eviymiş gibi hemen uyum sağlamıştı. Yemekler ise tabi ki pizzaydı. Şu an kim yemek yapmaya uğraşır ki...

Su içmek istediğimde masa da bardak olduğunu ama boş olduğunu gördüm. Yerimden kalktım tabi belim hala ağrıdığı için biraz zor olsa da, tezgahtan sürahiyeyi aldım. Masada ki bardaklara su koydum. Sürahiyeyi tekrar tezgaha koydum ve masaya oturdum. Elime bardaklardan birini alacakken son bardağı hızlı hızlı içmeye çalışan Erenle karşılaştım. Şaşkınlıkla ona bakarken elinde ki bardağı bitirip masaya koydu ve hınzır bir sırıtışla bana baktı. Şu an annesinin kızdığı birşey yapmış ama suçlu o değilmiş gibi görünmeye çalışıyordu.

"Ne yapıyorsun Eren ? "

"Ne... ne yapıyormuşum ki ? "

Gözlerimle bardakları işaret ettim ve tekrar ona baktım.

"Ha onu mu diyorsun. Çok susamışım."

Gözlerimi devirdim ve kendime su koymak için kalkacaktım ki Melihin eli bileğimi sarınca önce bileğimde ki eline ardında sorar biçimde ona baktım. Melih irislerini Erene kaydırdığında merakla ne olacağını bekliyordum.

"Madem çok susamışsın ve hepsini içmişsin kıçını kaldır ve bardakları tekrar doldur. "

Erenin yüzünde olan gülümsemesi yavaşça silindi. Bana baktı ardından tekrar Melihe baktı. Suratına zoraki bir gülümseme kondurdu.

"Dostum ben burada misafirim. Bana iş mi yaptırcaksınız ? "

"Gerekirse evet hadi bekliyorum!!"

Bileğimin hala Melih'in elinde olduğunu farkedince hızla bileğimi kendime çektim ve aynı hızla Melih'in elide masaya düştü. Masa da tok bir ses çıktı.

Ardından Melih'in ve Eren'in bana baktı. Bende sesimi normal tutmaya çalışarak :

"Melih bir gelir misin konuşalım ? "

Melih herhangi bir cevap vermeden yerinden kalktı ve mutfaktan çıktı. Bende Erene bakıp "Rahat ol . " Eren bana bakıp sırıttı ve " Zaten rahatım dostum sen git . " Omuz silktim ve yerimden kalkıp mutfaktan çıktım. Etrafa baktığım da dış kapının hafifçe aralık olduğunu gördüm. Ayaklarımı oraya yönlendirdim. Kapıyı biraz da daha araladım ve Melihi gördüm. Kafasını kaldırmış gökyüzüne baktığını fark ettim.

Hava şu an oldukça güzeldi. Yani hafif rüzgar;  aynı saçlarını uyuşukça sallandıran , kendini uyukuya dalmaya yakın olan biri gibi hafif hissettiriyordu.

Ben de başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. O kadar muhteşemdi ki... Koskoca bir örtü gibi . Yıldızlar bu karanlıkta bile parıl parıl. Ay zaten yıldızların hükmünü sürüyormuş gibi. Bazen eskiden evimde yaşarken içimde bir sıkıntı olduğunda ya da gece gece kalkıp uykum kaçtığında penceremi açar ve ay 'a bakarak onunla konuşurdum . Oysa ki bana cevap vermeyeceğini biliyordum. Beni anlayacağını da... Ama o vakitte bu hiç beni ilgilendirmezdi. Çünkü hissederdim. Sanki beni , düşüncelerimi bırakmayacakmış gibi sürekli orada durması bana cesaret verirdi. O kimi zaman bir arkadaştan kimi zaman da bir yabancıdan daha iyiydi, daha güzeldi.

Melih ise Ay ile kıyaslanamazdı bile. O sadece kendi çapında bir yenilmezi oynuyordu. Ama sadece oynuyordu. Çünkü her zaman yenilmeye mahkum olanlardandı.
Her insan yenilir . Hem de sürekli. Hırsımız artar. Yenilmeyeceğimizi düşünmemizi isteyen bir beynimiz var. Sürekli yenilen de bir bedenimiz.

Neden buraya geldiğim aklıma geldi . İşte en güzel zamanlar da böyle birden zihnimiz bizi uyarır. Her zaman hem de.

Ona baktım. Artık gökyüzüne bakmıyordu. Dümdüz önüne bakıyordu.

İNTİKAMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin