Çıplak ayaklarımı uzattım ve güneş gözlüğümü geriye ittirip, Taner'e döndüm. Açık bir mavi kot, üstüne de beyaz bir tişört giymişti. Onu ilk defa takımsız görüyordum. Günlük tarzı sıradan ama benim için izlenmeye doyulmayacak kadar güzeldi. Elindeki sandviçin içini açtı ve gördüğü şeyle yüzünü ekşitti.
"Ne oldu?" dedim kaşlarımı çatarak. Ay inşallah içinde saç falan görmemiştir!
"Işlenmiş et ürünlerini tüketmem." Sandviçi bana uzattı, "Salamı çıkarır mısın?"
Kaşlarım çatık bir şekilde uzattığı sandviçi aldım. "Çok garip... Aslında herkes sever."
"Bende severdim ama... Çocukken zehirlenene kadar. Fobi gibi bir şey oldu." Salamı çıkardım ve sandviçi tekrar ona uzattım. Küçük pötikare desenli sofra bezindeki kahvaltılıklara isteksiz bir bakış attım.
Sabah, uyandığımızda yeni evli çiftler gibi iş birliği içinde sevimli bir kahvaltı hazırlamak yerine, göl kenarına gitmiş ve kahvaltılık ürünler almıştık. Termosta çay bile vardı! O kadar sıcak ve samimiydi ki bulunduğumuz yer... Içim kıpır kıpırdı.
"Seninde fobin var galiba? Yemiyorsun?" dedi kaşları çatık bir şekilde bana bakarken.
"Etrafı izlemekten kahvaltıya odaklanamıyorum. Çok güzel değil mi?" biraz ilerideki kumlu alana, büyük aile araçları geliyor ve boş yerlere eşyalarını koyuyorlardı. "Doblolu enişteler..." diye mırıldandım. "Baksana!" çok dikkat çekmeyecek şekilde elimle ilerisini gösterdim. "Kesin o bir enişte! Doblosu var."
Bakışları oradayken konuştu. "Aslında mutluluk tam olarak bu biliyor musun?" sesi özlem doluydu.
Anlayışlı bir gülümsemeyle, "Çocukluğunu özlüyorsun değil mi?" diye sordum.
Başını sağa sola salladı. Kahverengi gözleri, güneş ışıklarına inat parlak ve canlıydı. "Ben... Kötü bir çocukluk geçirmedim ama daha az sorumluluk sahibi olmak isterdim."
"Tek çocuk olmak böyledir, Taner. Bende aynı şeyleri yaşadım."
"Sanırım," dedi ama yaşadıklarının bununla yeterli olmadığı hissine kapıldım.
Aramızdaki sessizlik, sofra bezinin üstünde çalmaya başlayan telefonla son buldu. İstemsizce bakışlarım telefona kaydı. Annem yazıyordu. Taner telefona baktı ama hiç çalmıyormuş gibi çayını tekrar yudumlamaya devam etti.
"Taner, açmayacak mısın?"
"Hayır," dedi.
"Önemli olmasa, aramazdı değil mi?" direttim. "Lütfen, aç."
Israrlarıma tepkisiz kalamadı. Gergin bir şekilde telefonuna uzandı, "Evet?" diyerek açtı. Annesi, bir an numarasının kayıtlı olmadığını bile düşünebilirdi. Bilinmeyen bir numarayla konuşuyormuş gibi soğuktu. "Eee?" birkaç saniye duraksadı ve kuruyan dudaklarını ıslattı. "Ne yapayım yani? Çelenk falan gönderirim." biten bardağını çimenlere bıraktı. "Tamam." dedi ve telefonu kulağından uzaklaştırdı. Annesi hala bir şeyler söylüyordu, bunu duyabiliyordum. Ama o umursamadan telefonu kapattı ve yere koydu.
"Ne olmuş?" meraktan delirmiyormuş gibi sakin bir sesle konuşmaya çalıştım.
"Annem ve babamın ortak arkadaşı olan, Gökhan Bey bu akşam şirketinin 20. yılını kutluyormuş. Beni de görmek istediğini özellikle belirtmiş."
"Yani... Annen ve baban aynı ortamda olacak?" Orhan Çamlı'yı henüz görmeye hazır değildim.
"Sanmıyorum. Orhan Çamlı arkadaşlarıyla zaman geçirmek yerine, isim karalama kampanyalarıyla zaman öldürmeyi daha çok sever."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Nefeste (TAMAMLANDI)
Chick-LitKelebek ömürlü bir genç kadın, asırlarca sevse doyamayacağı bir adama tutuldu.