Markete gidecek gücüm yoktu. Yardımcımın numarasını arayıp sipariş verip onları aldıktan sonra gitmesini söylemiştim.
İçtiğim ağrıkesiciler etki göstermiyordu sanki. Kafam patlayacakmış gibi hissediyordum.
Tam kanepeye yerleşiyordum’ ki kapı çaldı. Yine rüya mı görüyordum? Bu defa ölecektim sanırım.
Kendimi sürükleyip kapıyı açtım. Koray.
Bana bakışı bir anda değişti. Gülümsemesi soldu.
“Şeker.” Gözyaşlarım akmaya başlamıştı. Boynuna atlayıp ona sarıldım. Adımın Deniz olmasına rağmen bana Şeker diyordu. Çocukluktan kalma alışkanlıklar. Tanıdık kokusunu içime çektim. “Sana ne oldu böyle?” İçeri geçtikten sonra kanepeye oturduk. Başımı ona yaslayıp her şeyi gözyaşları arasından anlattım. Beni dinlediği için minnettardım.
“Peki bu adam... Yani.. nasıl güvendin bu kadar..?” Bir anda aklıma nasıl tanıştığımız geldi.
Aralık ayının ilk günleriydi. Sokakta alışveriş yapan insanların mağazalara ilk girme çabaları, televizyondaki yarışma programlarına benziyordu . Vitrinler sezona uygun ayakkabılar, giysiler ile doluydu. Çoğu insan sadece dışarıdan bakıyordu. Pahalı markaların vitrinleri elmastan yapılmışçasına parıldıyor ve göz kamaştırıyorlardı.
Etrafa iyice bakıp gitmem gereken kafeyi aramaya başladım. Aradığım yer ürkütücü bir çıkmaz sokaktaydı. Koyu renk camlarında kendi yansımamı görebiliyordum. Dış cephesi betondandı. Girişin üstünde silik harflerle “ÇİÇEK KAFE” yazıyordu. Tabi bulunduğu yer ve hali pek öyle demiyordu ya neyse. Kapıyı iterek içeri girdim.
Giriş karanlık ve korkutucu bir biçimde sessiz di. Kendimi korku filmlerindeki aptallar gibi hissediyordum. Rutubet kokusu midemi bulandırıyordu. Telefonumu cebimden çıkarıp flaşımı açtım. Önümde kısa bir koridor, sağımda geniş bir alan vardı. Doksanlardan kalma mobilyalarla döşenmiş ve eskimiş bir hali vardı. İçeri doğru bir adım atmıştım ki birisi bana seslendi.
“Dur orada” Yerimde kala kaldım. Flaşı adama doğru çevirdim. Kalın sesi olsa da beklediğim kadar iri yarı bir tipi yoktu. Kırk yaşlarında, kır saçlı, hafif kilolu karanlık nedeniyle gözlerinin rengini göremediğim bir adam vardı karşımda. Aslında dışarıda görsem bir aile babasına benzetebilirdim.
“Merhaba..” Ne demeliydim? Amca? Abi? “Aile babası...” Ne yapayım? Normal biri değilim ki.
Kaşlarını çatıp bu taraftan der gibi yolu eliyle işaret etti. Gözlerimi kısıp gösterdiği yerden gittim. Başka bir sokağa açılan kapıdan geçtikten sonra bizi bir arabanın beklediğini gördüm. Son model Mercedes iki metre uzaklıkta duruyordu. Zenginler ve onların oyuncakları.
Adam önümden geçip kapıyı açtı. Gözlerimi devirip arabaya bindim. Deri döşemeli koltuklarda lacivert takım elbiseli biri oturuyordu. Kafasını çevirip baktığında aslında düşündüğüm kadar yaşlı olmadığını anladım. Buz gibi mavi gözleri insanı nefesini kesiyorlardı. Her neyse. İş için buradaydım.
“Merhaba” deyip elimi uzattım. Bana ve sonra elime bakıp iç geçirdi.
“Kaç yaşındasın sen?” Neydi bu şimdi? Aslında aynısını bende sana soracaktım. Kahrolası neden bu kadar yakışıklısın? Bazen benim bile beynim beni dinlemiyor. Topla kendini Deniz.
“Bunu neden merak ettiğinizi sorabilir miyim?” Çok mu resmileştim acaba? Yok, ya fena değil aynen böyle devam. Adam elimi sıkıp kendini tanıtma zahmetini gösterdi.
“Ben Emir Aksoy, ve Aksoy şirketlerin sahibiyim. Seni tavsiye ettiklerinde daha yaşlı birisini beklemiştim.” Sesi kalın ve hoştu. Konuşurken insanın onun ağzına bakmaması mümkün değildi.
Ah, yakışıklı seni böyle konuşmaya kim öğretti? Yine mi dağıldım ne? Evet. Genç olabilirdim ama yine de yapabildiklerim konusunda iddiaya bile girebilirdim.
“Sizin için sorun olacaksa gidebilirim fakat profesyonellik adına çok şey kaybedeceksiniz Emir bey.” Ve evet adını yavaş yavaş ve üzerine basa basa söyledim. Tek kaşımı ee şimdi ne olacak der gibi hafifçe kaldırıp ellerimi kucağımda birleştirdim.
“Pekala, bir haftan var ne yapabildiğini bana bir hafta içinde göstermeye hakkın var eğer değerli bir şey çıkmazsa yolları ayırırız.” Bir hafta? Hakkım? Değerli? Yollar? Ayırmak? Bende öyle düşünüyorum deniz şu anda ters gitme durumu değil.. Bu adamla bir hafta boyunca vakit geçirebilirsin bunun bozma bana da acı biraz.. Umutsuz ev kadını gibi yalvaran bilinç altımı susturdum. Ve konuşma sırası sanırım bendeydi.
“Bakın ben deneme sürecine girmem, aynı yola girmem böylece yol ayırmaya gerek te kalmaz ve size beni tavsiye edenler muhtemelen çalışma şartlarımı da söylemişlerdir diye umuyordum.” Duraksadım. Vay canına böyle konuşmayı ben bile kendimden beklemiyordum. Devam edelim. “Ama anlaşılan kimse size hiç bir şey söylememiş.” Kapıyı açıp ona doğru döndüm. “Size iyi günler dilerim.” Deyip arabadan indim.
Keşke o arabadan indiğim zaman konuyu kapatsaydım. Sırf manevi anlamda borcum olduğu için sonradan kabul ettiğim iş. Gözümü değil kalbimi çıkarmıştı. Kahrolası iyi niyet.
“Sanırım..” Duraksadım... Gerçekten nasıl güvenmiştim? Nasıl bırakmıştım kendimi onun kollarına? “Bilmiyorum Koray.. Bir an gerçekten bir an sevdiğine inandım. Sadece..” Ne değeceğimi bilmiyordum. Belki ’de susmak en iyiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
En Güzeli
Storie d'amoreDeniz Demirel.. 21 yaşında hayatın onu olabildiğince ezdiği bir genç kız.. Aşık olduğu adam tarafından kandırıldığını düşünürken yasta geçen bir seneden sonra tekrar hayata dönüyor. Sebebi ise sevdiği adamdan başkası değil. Emir Aksoy.. hayatında s...